1. Bölüm

1.7K 161 52
                                    

Şöminenin yakınlarında, tenimin gittikçe ısındığı ama asla acımadığı bir uzaklıkta minderin üzerine oturmuş, büyükannemin kucağıma bıraktığı tabaktan elma dilimlerimi yiyordum. Dışarıda uğuldayan rüzgâr, odunların çatırtısını bastırıp kulağıma kadar ulaşıyordu. Korkmuyordum, aksine cama doğru koşmak, kar fırtınasını içimde bastırdığım heyecanla izlemek istiyordum.

"Büyükanne, kar ne zaman yağmayı bırakacak?"

Büyükannem de yanımdaki minderde oturuyordu ve önünde duran poşetten rastgele aldığı bir elmanın kabuğunu soymakla meşguldü. Sorumu duymuş olsa da cevabı kendisinin de bilmediğini belirten bir iki kelime geveledi. Neredeyse on gündür fırtına durmak yerine gittikçe şiddetleniyordu. Tanrılardan başka kimse ne zaman duracağından haberdar değildi.

Elma tutarken hafif yapış yapış olmuş küçük parmaklarımı çaktırmadan eteğime sildiğimde mayıştığımı fark ettim. "Büyükanne, bana o masalı tekrar anlatır mısın?"

Büyükannem elma soymayı bırakıp kaşlarını yalandan çatarak bana baktı. "Neredeyse her gün aynı masalı anlatmamı istiyorsun."

"Ama büyükanne! Bir kez daha dinlemek istiyorum, lütfen..." Ona yapabildiğim en acıklı bakışımı attıktan sonra dudağının kenarının hafifçe kıvrıldığını gördüm. Bu onun bana evet deme şekliydi! Aceleyle kalkıp yüklükte duran ağır yorganı zorlanarak havaya kaldırdım. Küçücük bedenimle büyük bir azim gösteriyordum. En sonunda minderin yanına bırakıp yorganı açtım ve içine girdim.

Büyükannem anlatmaya başladı. "Uzun, çok uzun zaman önce bu topraklarda atalarımız yaşarmış. Bu insanların tıpkı bizim gibi iki gözü, iki kulağı; bir ağzı ve bir burnu varmış. Bize tamamen benzeseler de aslında bizden çok –çok farklılarmış..."

"Nesi farklıymış büyükanne? Yoksa ayakları mı büyükmüş?" Defalarca dinlediğim masalı, büyükannemin seçtiği kelimelerle ezbere bilsem de dayanamıyor, yine de ağzından çıkacak kelimeleri heyecanla bekliyordum.

"Hayır, Psyche. Ayakları da tıpkı bizim gibiymiş. Onların bizden sadece bir farkı varmış. Bu farkı öyle gözünle ayırt edemez, ancak hislerinle fark edebilirmişsin. Onların içinde sevgi adını verdikleri bir duygu barınırmış."

"Sevgi nedir büyükanne?"

"Sevgi küçük kızım; bir kişinin başkasına verdiği değerdir. Birini sevdiğinde onun iyiliğini ister, ona gönülden bağlı olursun."

"Sen bana gönülden bağlı mısın peki büyükanne?"

"Elbette bağlıyım, sana elma soydum. Neyse, o zamana geri dönersek eğer; bu insanlar sürekli birbirlerine gülümser, iyi dileklerini sunarlarmış. Biri bir derdin içine düştüğünde diğerleri yardım eder, o kişinin toparlanmasını ve tekrar iyi olmasını sağlarlarmış. Durumu kötü olana köy halkı tarafından ortaklaşa bakılırmış. Eksiği olanın da o eksiği tamamlanırmış. Bir gün, Eros bu topraklara uğramış..."

"Büyükanne, Eros kim?" Sorumun üstüne gözlerimi kapatıp ağzımı açabildiğim kadar açıp esnemiştim. Şömineden yayılan sıcaklık, üstüme ağırlık yapan yorgan ve büyükannemin ninni gibi gelen sesi beni çoktan mayıştırmıştı.

"Eros da diğer tanrılar gibi kudretli bir tanrıdır. O aşkın, sevginin tanrısıdır. Bir gün, Eros bu topraklara uğramış ve buradan geçerken genç bir kıza aşık olmuş. Söylendiğine göre bu kızın beline kadar uzanan kahverengi saçları, buğday rengi teni ve ela gözleri varmış. Bu kudretli tanrı, köyün bütün delikanlılarının da yaptığı gibi onun güzelliğini gördükten sonra duraksamış, onu bir kez daha görmek istemiş."

Kayıp OkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin