Herhalde bunları düşünüp hasretle gülümsüyordum ki sokağın karşısında amcasıyla kebap satan kara gözlü Uğur'u fark etmedim. Uğur'la karşılaşmalarım istisnai ve bir o kadar da beklenmedik oluyordu. Bizim gibi okula gitmiyordu ama bir zamanlar dedem ona keçi sütü karşılığında okuma öğretiyordu. Sınıfımdaki oğlanların çoğu gibi lafazan, miskin, mızmız değildi. Sessiz, o kadar. Ona el salladım, o da bana el kaldırdı. Yolun yarısına kadar geldi, ikircikli ikircikli arkasına bakındı, başını kaşıdı. Sonunda kaldırımda kardeşimle benim yanımıza oturdu. Konuşmaya başladık:

Nasıl gider, Fazile? Genelde buralarda görmem sengi.

Nabalım Uğur, babamı beklerik. Foto çektirmeye gidecekdik da...

Eyi güzel. Sana bir soru sormak isterdim aslında...

Ne?

Sana hep manici deller. Mani severmişsin. Doğru mu bu duyduklarım?

Haa, doğrudur. Neyinge?

Hiç, sormak istedim sadece. Sedat Fotoğrafcıya gideceksiniz?

Sanki başga biri varmış gibi gonuşung.

E doğrudur dediğin, diye cevap verdi Uğur, gülümseyerek. Sağ eliyle arkasına bir şey saklamaya çalışıyordu. Kitaptı.

O ne?, dedim işaret ederek.

O? Bir şey değil, tek kitap...

Ne kitabı? Ver okuyayım.


Ben elinden kitabı alana kadar kalktı. 'Uğurrrr, nerde galdın be oğlum!' diye bağıran babasına koştu. Fakat biraz geç kalkmıştı, çünkü o mani kitabını tanıyordum. Dedemindi!


Fotoğraf çektirdikten sonra Uğur ve babasının şeftali kebabı arabası ortadan yok olmuştu bile. Ne diye dedemin mani kitabını aldığını soramadım; lakin pek yakında öğrenecektim.


***


O akşamüstü Tuncay ile eski Lüzinyan kilisesinin bahçesinde takılmaya karar verdik çünkü gençlik yeri orasıydı. Babalarının arabalarını alıp gelen abilerden, ütülü saçlı ablalara kadar herkes burada toplanırdı. Hayatımın aşkını burada bulamazsam, nerede bulacaktım? Nedense hiç gidemediğim Altın Kumsal'da mı? Yok canım, loş ışığı ve tarihsel güzelliğiyle elbette eski kilisenin avlusunda olacaktı.


Ansızın avlunun en uç tarafından bir grup oğlan bize doğru gelmeye başladı. Ben bir şey söyleyemeden Tuncay da, sanki bu olaydan haberi varmış gibi hemen yanağıma öpücük kondurup 'Annem beni bekler, yarın görüşürük' diyerek yok oluverdi. Oğlanların başında kimi gördüm, kendim de inanamadım: Kebapcı Uğur, elinde de o kitabı sallıyordu. Avlunun ortasında durmuş bana kös kös bakıyordu. Herkes bize bakıyor diye rahatsız oldum. Ta uzaktan birdenbire 'Aşık Fazile, seninle bir yarışa girmek isterim. Mani yarışı. Katılacan yoksa?..'. 'Katılırım ya, senden mi gorkacam be haspa?' dedim. Avludaki gençler güldüler. İşte bir oğlan kapmak için tam zamanı diyerek hatırlamaya koyuldum.


Genellikle yazmaya alışık olan ben, aklıma gelen ilk maniyi mihaniki söyleyiverdim:


Potinner gaverengi

Yar bulamadı dengi

Benim bir yarim vardır

Adı Osman Efendi


Oysa Osman diye birini tanıyordum ve tam bir sırnaşıktı. Yanına bile yaklaşmak istemezdim!.. Uğur bir anda kıpkırmızı oldu, 'Palavra!' dercesine elini salladı. Arkadaşlarının onu iteklemesi üzerine yanıtını kitaptan verdi:


Dere boyu düz gider

Bir gınalı gız gider

Gız yolunu gaybedmiş

İşşallah bize gider.


İşte bu sinirime dokundu. Ben yolumu ne zaman kaybetmiştim ve o kendini niye doğru yol zannediyordu? Kitaptan bakması gerekiyorsa neden öyle nazım gibi karşıma dikiliyordu? Aklı karışsın diye hatırladığım bir mani daha patlattım:


Feslikanım lasanım

İki gözüm Hasan'ım

Ne malım var ne mülküm

Bir canım bir Hasan'ım


'Hasan kim be ama?' gibi birkaç fısıldaşma duydum. 'Hasan doktorun oğlu değil mi?'. Uğur, elindeki kitabı inadına bıraktı ve üstüme doğru yürüdü. Yürürken kısık sesle, gözümün içine baka baka devam etti:


Hanay isder köşg isder
Penceresi cam isder
Gidi deyyusun gızı
Gıravadlı yar isder


'Sen kimin babasına deyyus den be?!' diye bağırdım ben de. Beni sevdiğini mi söylemeye çalışıyordu bu deli? Şaşkınlıktan gözüme yaşlar geldi. Arkamı döndüm ve eve doğru marş marş yürümeye başladım. Uğur kendini mahcup hissetmiş olacak ki arkamdan acıklı acıklı bir mani daha duydum:


Dere daşdı gürledi
Gulağı sağır etdi
Bana niye bakmazsın
Aha galbim eridi


Bunlar, hayatımda duymadığım dizelerdi. Uğur da benden fazla mani bilemezdi, imkansızdı. 'O maniyi nerden duydun?' diye sordum, göz yaşlarımı silmeye çalışarak. Baktığımı görünce ümitle güldü. Böyle gülümsemesi beni mest etti, cevabı da bir o kadar etkileyiciydi. 'Ben yazdım' dedi. Bunun sonu nereye varırdı? Bitirmeye karar verdim:


Dere boyu bağlama

Gidiyorum ağlama

Sen buradan değilsin

Bana gönül bağlama.


Kendimi o Cep Fotoroman serilerindeki İtalyan kızlar gibi hissettim, fazlasıyla duygusal ve ziyadesiyle nazlı. Uğur'un yakışıklılığı kesinlikle bir Franco Gasparri kadar olmasa bile dürüstlüğü beni böyle yapıyordu. Bu kadar faziletin ayıp olması lazımdı!


Bir sen söyle bir da ben
şekerisan bal da ben
Has bahcanın gülünden
Bir sen tütün bir da ben.


Uzun lafın kısası, o ilkbahardan sonra Tuncay ve Kaner'e bir de Uğur eklenmişti, birkaç aylığına birbirimize aşıkmış gibi davransak da ondan sonra çok iyi, hatta sevgiliden daha iyi arkadaş olduk ve ben doğuştan aşk manisi yazarlığına başlamış olmama rağmen, kendi manilerimle hiçbirini aşık edemedim, aksine benden daha başarılı bir şaire aşık oldum. Sıla 4 dinleyerek Kıbrıs'ta geçirdiğim gençliğimin en önemli karelerinden biri de buydu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 04, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

The Past Before UsWhere stories live. Discover now