❦26❦ ↑ ÖFKENİN YANKISI ↓

Начните с самого начала
                                    

"Özledim." dedi aniden. "Ben seni çok özledim, Samira."

Samira dişlerini sıktı, gözlerini tek bir kez dahi kırpmadan Cesar'ın gözlerinin içine baktı. Geriye doğru bir adım atıp adamın ellerinin kendi yüzünden düşmesini sağladı.

"Ben, biliyorum." diye mırıldandı Cesar. "Şu an bunları konuşmanın zamanı değil ama..."

"Aması yok." dedi Samira düşünmeden. "Şu an bunları konuşmanın gerçekten zamanı değil, bu yüzden bu konuşmayı daha sonraya erteleyelim lütfen."

Arkasını döndü ve sanki kendisine sarılan, özlediğini söyleyen adam Cesar değil de hiç tanımadığı bir yabancıymış gibi tek kelime dahi etmeden orayı terk etti Samira. Cesar'ı arkasında bırakıp gitti. Sonrada bir daha gelmedi, saatler geçti; günler, haftalar geçti. Ama Samira gittiği günden bu yana bir kez olsun odasından ne kendisi çıkmıştı, ne de sesi soluğu.

İçinde banyo ve tuvaletin olduğu odasının içine kendisin hapsetmiş, her gün hizmetli kadının getirdiği tepsi tepsi yemeklerden birkaç lokmanın haricine bir şey yemiyordu. Yaşayacak kadar yiyor, yaşayacak kadar nefes alıyor, yaşayabilecek kadar düşünüyordu. Düşünmemek için gece gündüz demeden uyuyor, uyandığı her an ağrıyan başını dahi umursamıyordu. Bir günde kaç ağrı kesici aldığını kendisi bile bilmiyordu. Kadın artık vermemek için direniyor fakat Samira bu zamana dek olmadığı gibi biri davranarak sorun çıkarıyor, kadına çıkışarak vermediği takdirde kötü şeylerin olacağını söyleyerek kadının üzerine gidiyordu.

Kadın korkusundan bunu başta saklı tutsa da, tam yirmi üç gün sonra bu diyalogların birine adam denk gelmiş ve artık kıza verdiği sürenin dolduğuna kanaat getirerek olaya el koymuştu.

"Sanane ya benim ne içtiğimden?" diye sesini yükseltti Samira, kendisinden yaşça büyük kadının yüzüne doğru. Adam onun ilk kez sesini bu denli net duyuyordu, normalde biriyle konuşurken dahi sesi zorla çıkan kız şimdi kalkmış karşısındaki kadına bağırıyordu. "Vereceksin, vermek zorundasın! Başım ağrıyor anlıyor musun? Dayanamıyorum, anlıyor musun beni?!"

Kapının eşiğinde dikilip kızın kendisinden geçmiş halini seyretti, o an anladı işte. O an ona verdiği zamanın onu anlamak olmadığını, aslında ona en büyük zararı kendisinin verdiğini anladı. Pişman oldu, kızı kendisiyle baş başa bıraktığı için kendini suçladı ama artık olan olmuştu.

Samira'nın sinirden gözü dönmüştü, kadına doğru bir adım attığı sırada kapıda beliren adamı gördü. Ayakları yerden kesildi sanki, yutkundu yutkundu yutkundu ama genzinde biriken o zehir gibi tat gitmek bilmedi. Tüm yaptıkları asla umurunda değilmiş gibi başını dikleştirdi ve derin bir nefes çekti içine.

"Gitmek istiyorum ben." diye konuştu dümdüz bir ifadeyle. "Dayanamıyorum artık buraya, nefes alamıyorum. Boğuluyorum anlıyor musunuz, evime götür beni."

Sonra kaldığı evi dahi adamın aldığı aklına geldiğinde gülümsedi. Delirmiş gibiydi, tüm vücudu sanki yasaklı bir maddenin yokluğunda gibi titriyor, gözleri ara ara kayarak görüşünü bulanıklaştırıyor, yer ayaklarının altından kayıyormuş gibi ayakta durmakta zorlanıyordu.

"Sanki gerçekten bir evim varmış gibi." Bir kahkaha daha attı. Gülerken dahi dişleri bir birine çarpıyor, göğsü sertçe inip kalkarak gerçekten nefes almakta zorlandığını kanıtlıyordu. Ellerini kaldırıp saçlarının arasına daldırdı. "Olsun, gitmek istiyorum yine de." diye konuştu. Sonra bir hışımla ayaklandı ve kadını ittirerek odanın çıkışına yöneldi. Adamı görmüyordu bile. Üzerinde ince bir eşofman takımından başka bir şey olmayan bir halde dış kapıyı açıp kendini Amerika, Austin şehrinin soğuk sokaklarına bıraktı. Ayaklarında bir ayakkabı dahi yoktu, çorapsızdı. Çıplak ayakları beton zeminin taşlarına çarpıyor, hissettiği acıyı yok saymayı iyi beceriyordu Samira.

ZEHR-İ VİRANМесто, где живут истории. Откройте их для себя