"Çıkarın eldivenleri! Bu bir soygundur!" dedi gülerek Zack.

Çantanın içi eldivenlerle doluydu. Gerçekten bir eldiven soygunları gibi duruyorlardı.

"Bu eldivenlerin hepsini nasıl buldunuz? " diye sordum şaşkınlıkla.

"Annem her boş zamanında eldiven örer. Bunlar son bir ayda ördüğü eldivenler."dedi Zack gülerek.

"Bizi buraya sen çağırdın Jane. Amacımız ne şu an?" diye sordu Lau.

"Tabi ki de kar topu savaşı yapacağız " dedim.

"Bireysel mi, grup olarak mı? " bu sefer Dave sormuştu.

"Grup olarak daha iyi olur bence." dedi Kellin.

Herkesten memnun tınılar yükselince devam ettim:

"Peki. Grup olarak oynarız. Tam altı kişiyiz. İki grup oluşturalım. Biri Dave'in diğeri Lau'nun grubu olsun"

Dave ve Lau bir kenara geçtiler.

"İlk kim seçecek?" diye sordu Zack.

Dave alaycı gülüşünü takındı.

"Tabi ki de bayanlar önden."

Lau Dave'in koluna arkadaşça bir yumruk attı:

"Çok centilmensiniz beyfendi." dedi gülerek.

Onları izlerken aklıma Andy'nin gelmemesi kaçınılmazdı tabi.

"Hadi ama seçin işte." dedim sitemle.

Lau boğazını temizledi.

"Zack'i seçiyorum." dedi.

"Ben de Jane'i." diye devam etti Dave.

Lau Kellin'ı seçince Vic bizim gruptan olmuştu.

Dave, ben ve Vic ağaçların arasına saklanmış hem plan yapıyor hem de kar topları hazırlıyorduk.

"Lau senin Jane." dedi Dave.

"Lau'yu senden başka kimse pes ettiremez." diye devam etti.

"Anlaşıldı." diye karları top şekline sokmaya devam ettim.

-

Hem kahkaha atıyor, hem elimdeki topları Lau'ya atıyor, hem de gelen kar toplarına karşı kendimi korumaya çalışıyordum.

"Yüzüme attın!"

Lau'nun çığlıkları ve benim kahkahalarım tüm parkta yankılanıyordu.

"Tamam sen kazandın Jane." dedi Lau.

Elimdeki kar toplarını yere bıraktım ve yere oturup soluklandım.

Lau da yanıma gelip yere oturdu.

"Yine sen kazandın Jane." dedi gülerek.

"Her zamanki ben." diyip omuz silktim.

"Geçen gün Andy ile konuştum. Sana söyleyecektim ama doğru zamanı bulamadım."

Hızla kafamı Lau'ya çevirdim.

"Ne zaman? Ne dedi?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Sadece burayı çok özlediğini ve son zamanlarda çok meşgul olduğunu söyledi. Bir de galiba seninle konuşması gereken bir konu varmış."

Kaşlarımı çattım. Benimle konuşması gereken konu ne olabilir ki?

Belki ayrılmak istiyordur ya da uzun süre konuşmadığımız için özür dileyecektir.

"Teşekkürler Lau." dedi ona samimi bir gülücük atarken.

"Ne demek." dedi her zamanki şirinliğiyle.

-

Telef olmuş bir şekilde eve girdim. Her tarafım ağrıyordu ve donuyordum. Üstümdeki her şeyi çıkarıp kaynar bir duş aldım. Soğuk bedenime çarpan kaynar su rahatlatiyordu.

Üstüme kazak ve eşofman giydim, saçlarımı kuruttum ve mutfağa indim. Buzdolabinda bulduğum yiyecekleri çıkarttım ve kendime sandviç yapıp yedim. Annem ve babam daha eve gelmemişlerdi. Muhtemelen trafik yine sıkışmıştı ve annem beni yarım saat kadar sonra arayacaktı.

Telefonu elime aldım ve çevirmeye başladım. Andy'i arayıp aramamak arasında kalmıştım aslında. Telefonun kilidini açtım ve rehberde Andy'nin üstüne tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm. Kalbim şu an kulaklarımda atıyordu sanki.

Birkaç kez çaldı ve telefon açıldı.

"Alo?"

Andy'nin sesini duyduğumda uzun zamandır çektiğim özlem gün yüzüne çıkmıştı.

"Andy, ben Jane."

"Aa, merhaba Jane."

Neden Jay demiyordu?

"Merhaba. Uzun süredir aramalarima cevap vermiyordun."

"Özür dilerim. Buralarda işler bayağı yoğun."

"Hmm, iyi."

Ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Oralarda işler nasıl?"

"Aynı. Okul-ev hep. Kar yağdı geçen hafta."

"Burada hep yağmur."

Havadan sudan konuşma deyiminin çıkış anına tanık oluyoruz.

"Jane?"

"Efendim?" dedim tereddütle.

"Artık Andy demesen bana. İşimi zora sokuyorsun."

"Peki." dedim. Davranışlarını, söylediklerini hazmedemiyordum.

"O zaman ben kapatıyorum."

"Dur Andrew, bekle!" dedim heyecanla.

"Ne oldu?" diye sordu. Sesi ilgisizdi. Her zaman sesinde bir endişe, mutluluk, alaycilik olurdu. Andy'i kaybediyordum.

Telefondan müzik sesleri geliyordu.

"Şu an neredesin acaba?" diye sordum. Sesim aciz çıkmasın diye resmen kendimle mücadele ediyordum.

"Bir bar."

Sabrımı zorluyordu. Ben de taşma durumuna gelmiştim. Belki Andy'i kaybedebilirdim ama içimde ona söylemek istediğim hiçbir söz kalsın istemiyordum.

"Andrew Biersack, sana ne oldu böyle?" dedim hiddetle.

"Ne olmuş bana?" dedi gülerek.

"Şu an tam bir pislik torbası gibi konuşuyorsun!"

"Hadi ama Jane, saçmalama."

"Sen kimsin ve Andy'e ne yaptın?"

"Çok klişe bir cümle oldu bu tatlım. " dedi gülerek.

O kurmaktan nefret ettiğim cümle anlık sinirimle ağzımdan döküldü.

"Andrew, ben ayrılmak istiyorum."

"Peki." dedi ve telefonu suratıma kapattı.

Ve Andrew Biersack tamamen benim için bitmişti artık.

Sen de mi Brütüs!Where stories live. Discover now