B.60.

650 81 42
                                    


Selaaam...

Bölümler hız kesmeden gelmeye devam ediyor.

Satır arası yorumlarınızı görmek istiyordum.

Okumaya başlamadan önce ışıkları yakın

60. bölümü geride bıraktık. Elimden geldiğince sık bölüm yazmaya çalışıyorum çünkü sizlerin memnuniyeti benim memnuniyetim.

Sizlerle birlikte kocaman bir aile olup inşallah bir gün milyonları da görürüz...

Asya'yı polis otosuna bindirdiler. Ben kendi taksime bindim ve yanıma bir polis memuru verdiler. Bana refakat eden polis memuru merak dürtüsüne engele olamamış olacak ki, daha yoldayken beni kendince sorguya çekmeye başlamıştı.

"Neden tartışıyordunuz daha doğrusu neyi paylaşamıyor da tartışıyordunuz?" diye sordu.

Ben sükunetimi korumaya çalışarak kendim aklama yolunu seçerken olabildiğince renk vermiyordum. "Tartışmıyorduk. Ben sözlerinizden hiçbir şey anlamıyorum," diye cevap verdim.

Suçlu psikolojisiyle hareket ettiğimi düşündüğünden bu kez alttan alma yoluna başvurmuştu. "Pekâlâ, madem tartışmıyordunuz o zaman gecenin bir yarısı taksiyi durdurup neyin hesabını soruyordun kıza. Koçum ikiniz de yetişkin insanlarsınız konuşarak anlaşabilirsiniz yani tartışmanıza gerek yoktu."

İşi gereği alışkın olduğundan zannımca ağzımdan laf almak maksadıyla iyi polis kötü polis oyununu okunuyordu benimle. Elimden geldiğince açık vermemeye dikkat ederek bu numarayı yemediğimi suçsuz olduğumu anlatma yolunu seçmiş ve kendi bildiğim yolda ilerleyerek tekrar cevabıyla bir çeşit yıldırma politikası izlemiştim: "Bakın tekrar söylüyorum, biz tartışmıyorduk!"

Bu defa kötü polisi oynamayı tercih edem memur, kaşlarını çatıp beni tersler gibi konuşarak, "Sen onu külahıma anlat." dedi.

Madem laftan anlamıyor beni sorularıyla taciz ediyordu o zaman onun anladığı dilden konuşmanın vakti gelmiş hatta geçiyordu bile. "Gerçekten tartışmıyorduk, neden anlamamakta ısrar ediyorsunuz bende bunu anlamıyorum?" İster istemez sesimin ayarı yüksek çıkmıştı.

Yüzünde mimik bile oynamazken, "Sena inanmak istiyorum!" dedi. Ya gerçekten suçsuz olduğumu kabullenip ikna olmuştu ya da iyi polisi oynayarak zannımca ters köşe yapmak istiyordu. Ben olayı kendi içimde yorumlarken dalıp gitmiş karşımdan gelen arabayı fark edememiş dolayısıyla da sert bir dille uyarılmıştım. "Bana laf yetiştirene kadar önüne bak, yoksa kaza yapacaksın!" Şimdi de kötü polisi oynuyordu.

Karmaşık bir zihinle yol almaya devem ediyordum. Cidden bu işin içinden nasıl çıkacaktık bilmiyordum. Gerçeği anlatsam bana inanmayacakları malumdu, hatta inanmamakla da kalmayıp ikimizi birden direkt akıl hastanesine kapatırlardı herhalde.

Karakolun önünde durduğumuzda inanın kafamın içi boşalmış hiçbir şey düşünemez olmuştum.

Bu kız sende akıl mı bıraktı Evrim, sen bu haline şükret. Bakalım Asya, polislerin de kafasını karıştırmayı başarabilecek mi? Bu kız var ya, emin ol polisleri de zıvanadan çıkarır. Bak şuraya yazıyorum, sonra demedi deme.

Yeter sus artık seninle uğraşacak halim yok. Beni bi 'sal rahat bırak. Yağmurlu havada insanı susuz bırakırsın sen, bu ne ya felaket tellalı gibi...

Tamam, sustum, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar zaten. İç sesim bana alınıp cidden susmayı mı seçti ilerleyen zaman içinde göreceğiz bakalım.

Emniyetin önünde geldiğimizde araçlardan inerken, benim koluma polislerden biri Asya'nın koluna diğeri girmişti. Karakolun çift kanatlı kapısından içeriye girdikten sonra bir süre koridorda yürüyüp genişçe bir kapının önüne geldiğimizde durduk. Sanki gerçek suçlularmış gibi ikimiz de ayrı yerlere oturtulduk.

Senin suçun bu kıza inanmak Evrim. Ona inanmasaydın şimdi burada olmazdık.

İçimdeki isyankâr duygulara sesimi çıkarmayarak yol verdim. Bu arda bana alınan iç sesimin susma süresi çok kısa olmuştu.

Çok geçmeden bizi getiren polis memurlarından biri önüme gelip durdu. "Gidelim!" dedi tok bir ses tonuyla. Uzunca bir koridoru yürüyüp geçtikten sonra komiser yazılı bir kapı önünde gelince durduk. Polis memuru çekinceli vuruşlarla kapıyı tıklattı. "Gel," sesinden sonra kapıyı büyük bir özenle açan memur, "Efendim getirdim!" dedi.

Kır saçlı, uykusuzluktan göz kapakları şişmiş komiser, sırtını oturduğu koltuğa yaslayıp vücudunu iyice gerdi. Masa üzerindeki kalemle oynarken yüzüme uzun uzun baktı. "Evet, anlat bakalım sorun ne?"

Beni getiren polis memuru, "Efendim biz devriye görevine çıkmıştık, taksici beyin bir kadınla tartıştığını gördük. Biz nedenini sorduk ama söylemediler."

Kır saçlı komiser, yüzümü ezberlemek ister gibi tekrar bakışlarını yüzüme çevirdi. Sonra da eliyle masanın bize bakan ön tarafını göstererek "otur" işareti yaptı. Çekinerek iki büklüm bana gösterilen koltuğa oturdum. "Söyle bakalım adın ne?" diye sordu.

"Evrim..." diye cevap verdim.

"Taksi şoförüsün demek?"

"Evet, efendim!" diye cevap verdim.

"Pekâlâ, Evrim. Yanındaki kadınla ne için tartışıyordun?"

"Komiserim biz gerçekten tartışmıyorduk. Memur beyler bizi yanlış anladılar."

"Peki, sana neden inanayım Evrim? Kadın müşterin miydi?"

"Evet, müşterimdi!"

Komiserin gerginliği yüzünden okunuyor sinirden dişlerini sıkıyordu. Soru sormaya hazırlanırken yine de asil duruşundan ödün vermeyerek dudaklarını birbirine bastırıp yanaklarını şişirdi. "Sen benim yerimde olsaydın Evrim, sana inanır mıydın?"

Cevap vermemi beklemeden olayı yorumlamaya devam etti. "Hiç görülüp duyulmuş bir şey mi, taksiye müşteri olarak aldığın bir kadını hava alsın diye dışarıya çıkarıp beklemek?"

Komiser haklıydı. Hiç görülmemiş bir şeydi. Bir genelleme yapacak olursak. Müşteri daima gideceği yere en kısa sürede gitmek isterdi. Çünkü taksimetre onun lehine çalışıyordur ve müşteri bunu bilir. Şimdi ben nasıl derim ki Asya, böyleyken böyle diye.

Hiç kuşkusuz yandığımın resmiydi...

İçimdeki telaşe müdürü hemen eyleme geçti. O kadar anlattım sana Evrim, peki sen ne yaptın? Tabii ki beni dinlemedin. Buyur buradan yak. Hadi bakalım şimdi vur başını taşlara. Burada taşta yok. Nezarethanede duvarlara vurursun artık.

Yemin ederim felaket tellalı gibisin. Allah, aşkına bir sus...

Sabır çektim içimdeki ezeli düşmana karşı. Cidden dost mu düşman mı belli değildi.

"Alın bunu kadını getirin!" diye emir verdi komiser.

Beni oradan alıp başka bir odaya getirip bıraktılar. Kapı önüne de bir nöbetçi polis bıraktılar. Sanki azılı bir suçluymuşum gibi. Buraya düşene Allah, yardım etsin. Suçsuz olsan bile psikolojik olarak insan kendini suçluymuş gibi hissediyor.

Beklemeye başladım. Saniyeler dakikalara eş dakikalar saatlere eş geçip giderken bu arada ben gerim gerim geriliyordum.

Takriben 30 dakika kadar bir süre geçmişti ki, bizi karakola getiren polis memurlarından biriyle birlikte Asya, göründü koridorun ucunda. Asya, bana bakıp dolgun dudaklarını yayarak gülümsüyordu. "Hadi Evrim, gidiyoruz!"

Asya, meseleyi bir kahve içiminde çözerken şaşırdım mı? Pek değil.


SON TAŞIYICI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin