Kendime değer vermediğim için kimse de bana değer vermiyordu. Karşılığı bu olmalıydı zaten. Ne bekliyordum ki? Ben kendimi sevmezken herkesin beni sevmesini mi?

Tek pişmanlığım o zaman kendime yaptığım yanlıştı. Kendimi rezil durumuna düşürmemdi.

"Hey, yavaşla yavaş yavaş!" diye bana sesini yükselterek bağıran biri yüzünden dikkatim dağılınca kum torbası çok hızlı bir şekilde bana çarpmıştı. Dengemi kaybedince yerle öpüşmeye hazırlanıyorken biri beni tutmuştu. Sıktığım göz kapaklarımı beni doğrultan insana doğru açarken sert bir şekilde yutkunmuştum.

Karşımda o vardı. Kocaman bir gülümseme ile bir adım uzaklaşıp elini uzattı, "Sen transfer öğrenci olmalısın. Ben Utku. Utku Saraçoğlu." diye konuştu tek kelimesi için heyecanlandığım dudaklarıyla. Sesi kulağımı doldururken her şey yeniden canlanıyordu kafamda. Yıllar sonra ikimiz yine karşı karşıya gelmiştik. O ve ben.

Tek bir farkla ben eski ben değildim.

O aynıydı. Sadece biraz büyümüştü. Karşısında ise o zamanlar Masal, şimdi ise Esin vardı.

"Hey, karşı cinsten birine dokunmamak gibi bir huyun varsa anlarım." dedi alayla dudağını kıvırırken. Şakaları bile değişmemişti.

Yutkunarak tebessüm ettim, elini tutup "Memnun oldum, Utku. Ben de Esin. Sadece Esin." dedim kuru bir sesle. Elime dokunduğu an kalbim göğsümü yarıp dışarı çıkacak niteliğe sahip darbeler indirmeye başladı. Heyecandan avuç içlerim ve ensemin terlediğini hissedebiliyordum. Umarım Utku bunun farkında değildir.

Parlak göz bebeklerini benim gözlerime kilitleyip bir an bile ayırmadan gülümseyerek bakıyordu. O bana öyle bakınca sanki eski huzuru hissediyordum. Bu his bana hem hoş hem de mutsuz bir ifadeyle geliyordu.

Yutkundum. Böyle olmamalıydı. Ona karşı böyle savunmasız olamazdım. Rahatsız bir şekilde kıpırdanıp elimi hızla geri çektim. Sanki büyü bozulmuş gibi ikimiz de gerçek hayata dönmüştük. Hâlâ kalbim deli gibi çırpınırken ben sakin kalmak için kendimi zorluyordum.

Bana bir adım atınca otomatik iki adım geri gitmiştim. Bu hâlime gülüp "Korkma yemem seni." dedi.

Ciddiyetimi bozmadan "Ben korkak değilim." dedim sesimin sert çıkmasına özen göstererek.

Ellerini kaldırıp "Tamam, tamam. Teslim." dedi. Duraksayıp "Biz önceden karşılaştık mı? Sanki seni, seni daha önce görmüş gibi bir his var içimde. Tanıdık geliyorsun." sanki çıkarmaya çalışır gibi bakarak.

Gözlerimi kocaman açarak "Hayır!" diye bağırdım kendime hâkim olmazken. En büyük korkumdu bu. Beni tanıması. İstemiyordum. Bizi, eski bizi hatırlamasını, benim o hâllerimi hatırlamasını istemiyordum.

Kaşlarını kaldırıp şaşkın şaşkın tepkime bakarken aptallığıma bir kez daha tükürüp hızla eldivenlerden kurtularak nereye fırlattığıma bile bakmadan salondan çıktım.

Fena hâlde pot kıracakmışım gibi gelmişti bana. İkinci karşılaşmamızda bunu iyi bir nedenle açıklamam gerekiyordu.

Kendimi hemen okulun bahçesine attım ve gözlerimi kapattım. Herhangi bir duvara kendimi yasladım ve kafamı yukarı kaldırdım.

Rahatsızdım, hem de fazlasıyla. Ve beni rahatsız eden şey ile her gün, her saat karşılaşıyordum. Şimdi fark etmiştim de o zaman daha kolaydı kaçıp gitmek. Bir daha yüzünü görmeyince "Bitti! İçimde ona dair küçük bir his dahi barındırmıyorum!" diye düşünmek, daha kolaydı. Peki, neden şimdi öyle değildi?

Neden karnımda kelebekler uçuşuyorken, aklıma 'Onunla tekrar başlaya bilirsin, belki değişmiştir?' gibi fikirler geliyordu? Neden önceden hissettiğim öfke, nefret yoktu?

Bu kadar kolay mıydı bize kötülük yapanları unutmamız? Bir güzel lafa, bir güzel harekete mi bakardı bu? Bu yüzden aptaldık ya! Herkesi kendimiz gibi gördüğümüz için. Buydu işte bizim sorunumuz.

Yüzüme düşen su damlalarıyla yüzümü hafifçe buruşturdum.

Yakınımda "Çık" diye ses duyunca hızla gözlerimi açtım. Tekrar o ses gelince kaşlarımı çatarak telefonunu karşımda tutan Cihan'a 'Ne yapıyorsun?' diye bakıyordum.

Telefonunu bana çevirince fotoğraflarımı çektiğini gördüm. Otomatik kaşlarım havalanınca kıkırdayarak telefonunu benden kaçırdı.

Her hareketimi ana almıştı pislik. "Ver şunu bana!" diye arkasından hızlı bir şekilde onu takip ettim.

"Hayır, asla vermem." dedi arkasında gizleyerek telefonu.

"Seni şu an istesem yere yatırıp yüzünü dağıtabilirim. Biliyorsun değil mi?" dedim tehditkâr sesimle.

Kaşlarını kaldıp yüzüne muzip bir gülümseme koyarak "Tehdit mi ediyorsun beni?" diye sordu.

Tek kaşımı kaldırıp "Rica etmektense, tehdit etmek daha benlik." dedim onaylar şekilde.

Yapmacık bir gülümseme ile "Hesaba katmadığın bir şey var," dedi arkamı göstererek gözleriyle.

Arkama bakıp hocalardan birini görünce gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım.

Okul içinde kavga etmek yasaktı. Disiplin cezası da ağırdı bizim okulda. Bu bizim geleceğimiz için tehlikeli olabilirdi.

"Hay içine..." dedim sinirden dudağımı kemirerek.

"Aaa çok ayıp, Tombik." dedi ayıplar gibi.

"Ben senin ayıbını ne yaparım biliyor musun?" dedim yüzüne suratımı yaklaştırarak.

Aramızda küçük bir mesafe vardı. Onun da yüzünde kurnaz bir tebessüm. O da hafifçe yüzünü yaklaştırıp "Fotoğraflarını Instagram'ıma atsam ne olur, Tombik?" dedi kocaman sırıtarak.

Gözlerimi büyütüp "Hayır! Hayır! Hayır! Ver bana telefonunu!" dedim telaşla arkasında sakladığı telefonuna ulaşmaya çalışarak.

Kendime göre bir seviyem vardı ve benim öyle fotoğraflarım herhangi bir erkeğin sayfasında dolaşmasını istemiyordum.

'Kendini ne kandırıyorsun, Utku'nun görmesinden endişeleniyorum desene sen buna.' dedi iç sesim. Ama şu an buna aldırış edemezdim. Daha büyük sorunum neredeyse sarılmış olduğum Cihan'dı.

"Aaa Tombik, sana sarılmak istiyorum deseydin ya bana. Ben sarılırdım sana, Tombiğim" dedi alayla kollarını etrafıma sararak. Şaşkın bir şekilde ağzım açılırken beni kendisine bastırarak sarıldığı için benim kafam onun omuzuna dayalı bir şekilde kaldı. O an şaşkınlığım telaşa çevrildi, karşımda duran Utku'yu görünce.

O da benim kadar şaşkın bir şekilde bana bakıyordu.

Tombik!Where stories live. Discover now