❦25❦ ↑ İDAM ↓

Start from the beginning
                                    

Kendisi gibi kimsesiz kalmayacaklardı onlar belki, bir babaları olacaktı her zaman arkalarında duracak olan ve her ne olursa olsun onları sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyecek babaları. Belki anneleri gidecekti, annesiz büyüyeceklerdi ama kimsesiz değillerdi.

Samira'ya bu şans bile tanınmamıştı. Samira annesiz kaldığı gibi babasız da bırakılmıştı. Kimsesiz bırakılan sadece kendisiydi.

"Samira," Araz ve Cesar'ın endişeli gözleri kızın üzerindeydi. Ha bayıldı ha bayılacak gibi duruyordu ayakta, görüyordu bunu iki adamda. Fakat ne ağızlarını açabiliyor, ne de tek bir kelime edebiliyorlardı. "İzlemek istediğine emin misin?"

Soru Cesar'dan gelmişti. Zor da olsa sonunda sorabilmişti. Küçük kız soruyu duymadı bile, öylesine kendisinden geçmiş, zihni öyle bir acıyla baş etmeye çalışıyordu ki dışarıdan gelecek her türlü etkiye kapatmıştı kendisini. Gözleri bir karşısındaki idam ağacının önündeki kadınları, bir de onların sadece birkaç metre ötesinde kendisini parçalayan çocuklarını, kardeşlerini görüyordu.

Asker, başıyla işaret verdiğinde kadınların ayaklarının üzerine tahtalar yerleştirildi. Baktı, baktı, baktı... Âmine'nin gözlerinde saf bir pişmanlık yer edinmişken, Elif'in yüzündeki ifade saf bir korkudan ibaretti. Âmine bir hata yapmıştı belki ve bu hatadan pişmanlık duymayı bilmişti. Lakin Elif'te ki pişkinliğe burukta olsa gülümsemeden edemedi.

O an onunla göz göze geldi. Anne diye bildiği Elif'in gözlerindeki saf bir nefret ve kinden ibaret olan irisleri genç kızın koyu yeşil gözleriyle birleşti.

'Neden beni suçluyorsun?' diye sormak istedi o an Samira. 'Tüm bunların suçlusu ben değilim ki Elif anne, tüm bu olanları sizin başınıza ben açmadım ki? Ben bu güne kadar dört duvar arasında büyümeme rağmen, senin her fırsatta annemi kötüleyecek sözler söylemene rağmen ben bir kez olsun seni incitmedim ki... Sen şimdi öyle bir bakıyorsun ki bana, sanki ortaya bir iftira atmışım gibi bir hal var suratında. Öyle kinle, öyle nefretle bakıyorsun ki; senin mi kalbin katran bağlamış da pişmanlık bile duymuyorsun, yoksa benim salaklığım mı annemi öldürenin sen olmasına rağmen nefretle bakamıyorum suratına, anlamlandıramıyorum...'

İpler kadınların boğazına geçirildi. Âmine ile göz göze geldi bu sefer küçük kız. Dayanamadı, tutamadı kendisini. İki gözünden birden aynı anda süzülüp gitti yaşlar.

'Neden?' diye sordu bir kez daha. 'Konuşmayı dahi sen öğrettin bana, yürümeyi, bulunduğum o dört duvarın içinde okumayı, yazmayı, bir insan gibi düşünebilmeyi ve yaşadığım tüm ağır şeylerin üstesinden gelmeyi senden öğrendim ben. Tüm kötülüklere gülüp geçmeyi, insanlara karşılık vermemeyi, kötülüğe ne olursa olsun başvurmamayı senden öğrendim. Aynı zamanda dimdik ayakta durabilmeyi dahi sen öğrettin bana. Eğer böyle bir şeye ortak olduysan neden yaklaştın bana bu denli? Neden ikinci kez anne acısını reva gördün bana? Neden yaptın bunu Âmine annem, nasıl kıydın bana...'

Koluna bir el değdi Samira'nın. Arap Şeyh'in, tüm ailenin, orada olmasından kaynaklı Cesar asla kıza yaklaşamıyordu. İçi gidiyordu, yanına gidememek, elini tutamamak, destek olamamak içini yiyordu ama olması gereken buydu. Fakat aynı şey Araz Sanchez için geçerli değildi. O kızla istediği gibi konuşabilir, elini tutabilir, her şekilde destek olabilirdi.

"Samira," diyerek kızın koluna tutundu. Fakat kız asla duymuyordu. Bu kez canını yakmamaya özen göstererek hafifçe sarstı. "Samira."

Bir kez daha iki yanağından yaşlar boşalırken başını kaldırdı kız, dağılmış, paramparça olmuş bir halde baktı sözde kocasının suratına. "Sakin ol artık," diye konuştu yavaşça. "Adalet istedin, adalet yerini buldu. Kendini bu kadar yıpratmak sana bir şey kazandırmayacak."

ZEHR-İ VİRANWhere stories live. Discover now