2. Bölüm

305 87 317
                                    

-- 2 --

Başkentte bir akşamüstüydü. Gökyüzünü istila eden kara bulutlar her an bastıracak yağmurun habercisi gibi ortalığı karanlığa bürümüştü. Nazen, on beşinci katın penceresinden kollarını çaprazlayarak önüne düşen manzarayı kuş bakışı izliyordu. Hemen yanı başında  yanan ahşap ayaklı lambaderin sarımsı ışığı olduğu gibi yüzüne vuruyordu. Güzel yüzü ışığın altında parlıyordu. Beline kadar uzanan kahve tonlarındaki saçlarını tepeden tutturmuştu. Aslında böyle iç karartıcı havalar onu anında bedbinleştirirdi. Ama bugün karamsar olmak istemiyordu.

Genç kız yıllarca sadece annesi ve dayısını bilerek yaşamıştı. Üniversite hayatıyla tanıştığı bu şehirde hayatındaki her şey değişim görmüştü. Üstelik kısa bir zaman birimine sığmıştı tüm bu değişimler. Bir anda dünyasına dahil olan yeni akrabaları aynı hızla dünyasından çıkıp gidivermişti. Tek gerçek olan ikiz kardeşiydi. Ah Sezen!.. Nasıl da tıpa tıp benziyorlardı. 

Sezen aklına düşünce derin bir iç çekti. 

Sezen'le ilk karşılaştığı o günü hatırladı. Mevsimlerden kıştı, sabahın kör vaktiydi. Ankara'nın soğuğuna henüz alışamadığı zamanlardı. Burnunun kızardığı, içinin titrediği sabah ayazında dayısının bir şeyler karıştırdığını düşünerek Kurtuluş Parkına gitmişti. Bir gün önce şahit olduğu telefon konuşmasından öğrenmişti bu buluşmayı. Dayısının başı dertteyken istese de yerinde duramazdı zaten. Kumar borcu olduğundan şüphelenmişti. Bir kaç dakika olmadan dayısının ipsiz sapsız insanlarla buluştuğunu gördüğünde gördüklerine inanamamıştı. 

Dayısının onlara sarı zarf içinde para verdiğini görmesi şaşkınlığını hepten arttırmıştı. İşsiz güçsüz avare avare dolaşan Tufan Açıkgöz bu parayı bir gecede nereden bulmuş olabilirdi? Bir ağacın arkasından olan biteni anlam veremeyerek izlerken iki adamın dayısının üzerine çullandığını görmüştü. İşte o anda fırlamıştı bulunduğu yerden ve "Dayımı bırakın!" diye haykırmaya başlamıştı. 

Ne var ki o parkta sadece onlar yokmuş. Aynı anda başka bir açıdaki ağacın arkasından fırlayan bir kız daha ortaya çıkmıştı. 

Sezen... İkiz kardeşi Sezen.

'Ah dayım! yıllarca Şener Şen'in oynadığı filmdeki gibi hem annemle beni hem ikiz kardeşimle teyzemi ayakta uyutmuşsun meğer.' diye mırıldandı. O anlar bir kere daha canlandı gözünde.   

Beklenen yağmur düşmeye başladı Ankara caddelerine. Her damla yarışırcasına bir öncekine değmeden aşağı hızla iniyordu. Yağmur genç kızda kahve içme isteği uyandırırdı. Salonun yere kadar uzanan penceresinden ayrılıp masanın yanına ulaştı. Telefonunu eline aldığında her hangi bir aramanın gelmediğini gördü. Tekrar masaya bırakıp mutfağa geçti. Kahve makinesine kahve ve su koyarak düğmesine bastı. 

Çalıştığını gösteren cızırtıyı duyduğunda dolabın kapağına uzanıp en çok kullandığı dore rengi fincanını hazırladı. 

Sezen'in öğrendiği o gün halasını, babasını, kuzenini ve üvey kardeşlerini de öğrenmişti Nazen. Hayatına yıldırım hızıyla giren kim varsa aynı hızla hepsini kaybetmişti. Ama onu asıl üzen kazanımların akabinde kaybettiklerinin daha fazla olmasıydı. 

Hazır olan kahvesinden kocaman bir yudum aldı. Kulağına ulaşan telefon melodisi onu bir koşu masanın yanına götürdü. Beklediği arama nihayet gelmişti. Heyecanla açtı. 

"Efendim hala?"

"Nazen'cim nakil gerçekleşti."

"Ohhh çok şükür... " Derin bir nefes alıp bıraktı. "Halacım harika bir haber bu!..." Sesindeki coşkuyu azaltarak sordu. "Şara nasıl?"

YARIM KALANLARWhere stories live. Discover now