16

54 8 2
                                    

Zor geçiyordu bu günlerde.. Şanlıurfa şehrine alışmak, köy hayatından bağımsız yaşamak..
Ben alışılmıştım ama anneme baktıkça üzülüyordum. Her geçen gün gözümün önünde eriyordu ve ben buraya geldiğim için pişman bile olmuştum.
Odaların içinde boş Lavanta kokularını yağdırarak geçinirdim. Boş sokakların, sıcaklığını boğazımda hissediyordum.
Yeni aldığım kitap serilerini dolaba yerleşirken, bir anda diz çöktüm. Geldiğimiz günden beri hiç konuşmamıştı annem.
Bazen onu onuruna bırakmak istediğimde kendimi onun kucağında buluyordum.
İçinde biriktirdiği acılar vardı ve benden sakladığı şeyler vardı. Varsın saklasın ben ona gidecektim. Onun gücüne ihtiyacım vardı.
Mutfağa doğru yürüdüğümde bizim yaramazlar yine birbirilerini kovalamakla geçiniyordu. Annem ise mutfaktan çıkmaz olmuştu.
Ona yaklaştığımda, benim geldiğimi hissetmiş gibi elindeki işi bırakmıştı.
Bana döndü.
O an, Bakışlarında çaresizlik, yıpranmışlık açıkçası her şeyi görebilmiştim.
Elini açtı ve bana sarıldı. Ağlamaya başladı. Sanki bu anı günlerce bekler gibiydi.

“Üzülme annem, her şey geçecek..” dedim buna ilk başta kendime inandırmalıyım.

“Kızım ben artık bir şeyin geçmesini beklemiyorum” dedi hıçkırarak bende sıkıca ona sarıldım. “Bir umudum vardı, oda yok oldu uçtu gitti.. ben yalnızca kendime üzülüyorum bunca yıl neyin umudu diye bekledim..” diyerek tüm göz yaşları elbiseme ıslatmıştı.  O sıcak ıslaklığı hissettiğimde Yüzü ağlamaktan kurumuş, saçları ise beyaz bir güvercin gibiydi. Dahası yıpranmıştı.
Gün gün eridiğinin farkındaydım. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Artık babam gelse bile çare etmezdi. O bu kederi yüreğinde biriktirmişti ve gittikçe saplantıya çevirmişti.
Annem Küçük yaşta anne, babasını kaybetmiş daha sonra onun bunun elinde eziyet çekerek büyümüştü. Zor yaşantılar içinde büyümüş ama hala dinmeyen yarası ve babamın bıraktığı yarayla direnip duruyordu.
O kadar acıdan Sonr, babamla evlendiğinde hayatı tamamen değiştiğine inanmıştı ama babam ona en büyük ihaneti yaptı.
Ne oldu böyle bilmiyorum. Babam onunla evlenmeden önce aşık olmuştu, aynı şekilde annemde.
Annemi büyüten akrabaları babama vermemişti. Babam karşı köyün çocuğuydu, aynı zamanda kan davası yüzünden karşı köye düşman olan annemin akrabaları kesinlikle vermemekte ısrarcıydı.
Annem hep onunla iki köyün ortasındaki cırcır fabrikada buluşurlarmış.
Her gün onu görmek için nelere katlandığını anlatırdı annem. Gözlerinde hiç yaş eksilmezdi anlatırken.
Sonra bir gün onu başkalarına vereceklermiş, babam onu kaçırmak için köyün genç erkekleriyle toplanıp gurup halinde onu kaçırmışlar. Bir kaç gün dağ tepe derken babamın köyüne inmişler.
Orada babamın kardeşleri ve amcaları karşı çıksa bile olan olmuştu.
Dedem onlara bir ev tutmuş, yani taşındığımız o ev işte. Eskiden daha beterdi.
Annem kendi köyüne yılarca gitmedi.   Annemin üvey kardeşi Yusuf’du. İlk başta annemle konuşmasa da sonra onu çabuk affetmişti. Kan davası olayı kapanınca oda annemin kaldığı köye taşındı.
Annem o zamanlar üvey kardeşi yani dayımla çok ilgilenmişti. Çünkü tek kan bağı olarak dayım kalmıştı. Diğerleri ise çok sonradan barıştılar.
Babam bizi terk etiğinde, annem kaç gece uymamış olanlara kabullenmemişti.
En çokta ben! Her gün anneme babam ne zaman gelecek? Diye sorardım. Bir gün annemin akrabaları haber göndermişti.

“Bizi dinlemedin düşmanımız olan köyün çocuğuyla kaçtın. Bak böyle rezil olursun.. İnşallah daha çok sürünürsün” demişlerdi.
Annem o zaman eve geldiğinde elleri ayakları titremişti. Ona “babam ne zaman gelecek?” Demiştim.
Annem o zaman ilk defa beni dövmüştü.
O günü bana “baban bizi terk etti dönmeyecek!” Demişti. Ben o günü babamın dönmeyeceğine inanmıştım ama annem o günden sonra, her gün babam gelecek diye beklemişti.

Onu ne ikna ettiyse bugün bana “artık umudum kalmadı” dedi.
Hah sonunda ikna oldun. Bende bugünü bekliyordum.
Annemin kolundan tutum ve kanepenin üzerinde uzanması için yardım ettim.
Biraz ağlayarak uykuya daldı. Anlından öperek “ah annem ne diye bu kadar yoruluyorsun!” Diyerek kapıyı kapattım.

İki yaramaz da ortalıkta cirit atıyorlardı.
“Siz oturmayı bilmez misiniz?” Dedim sinirle.
“Ne yapalım yani annem ve senin gibi sabahtan akşama kadar ağlayıp temizlik mi yapalım” dedi  alayla.

“Ne!” Diyerek terliği elime aldım.
Kulağından tutuğum gibi sırtına terlik geçirdim.
“Ne dedin sen bir daha söyle”

“Yok vallahi bir şey demedim..”

“Tövbe de”

“Tövbe vallahi tövbe”

“Uslu olmasan bu sefer demirle başına geçiririm. “

“Tamam vallahi.. ama sende bize televizyonu yap”

Doğru ya ben televizyonu bağlamayı unutmuştum.
“Bekle takacağım” dedim ve merdivenlere çıktım. En üste çıkınca kabloyu çanağa bağladım.
Önceden bağlı olan çanağı doğru yöne çevirip düzeltim.
Aşağıya indiğimde frekans ayarlarınıda düzeltim.
Yarım saattin ardından kapı çalındı ve kapıyı açtığımda karşımda nesra duruyordu.
Yaz mevsimi olduğu için, yüzü kırmızı kesilmiş ve terlemişti.

“Kız nerdesin sen? Telefondan arıyem açmısen. Yoksa o günü sana söylediklerim için mi kızdın bana?”

O bunları anlatırken ben odama doğru yürüdüm. Nesra’da peşimden gelerek konuştu.

“Bağ vallahi” dedi odama girdi ben yatağın üzerinde oturdum. “Ona numarasını ben istedim” dedi ben birden dona kaldım.
Telefon numarasını nesra mı istemişti?
Nesra bana onun verdiğini söylemişti. Bende içimden sapık diye anıyordum onu.
“Numarayı o verdi diye söylemiştin?”

“Yok ben öyle bir şey demedim”

“Peki neden ondan numarayı istedin?”

“Ah.. şekha” dedi kızgın ifadeyle.

“Ne şekhası niye numarayı istedin? Böyle yaparak kendini küçük düşürüyorsun” dedim bağırarak.

“Eğer birini sevdiysen.. onunda seni sevmesini istiyorsan.. kendin ol! Bırak o severse mutlaka açık verir.” Dedim ve bir an derin düşünceye girdim.
Acaba oda bana karşı bir şeyler hissetti mi? Benim hissettiklerim gibi! Evet haklıydım bir insan severse mutlaka açık verir.
Ama o beni sevmez ve bende onu sevmem asla!

“Vay vay” dedi Nesra “neler biliyormuş erkek Fatma”

“Bana erkek Fatma deme senin o saçlarını kazar, erkek yaparım. O zaman görürsün” diyerek gözlerimi sinirle üzerine verdim.

“Tamam ya ne kızıyorsun. Bak sana bir şey söyleyecem” elini omzuma atarak yanıma yaklaştı. Ben yatağın üzerindeyken, onun elini üzerimden çektim. Hiç sevmezdim birinin bana dokunmasını.
“Biliyor musun bizim doktor geldi.”

“Ee ne yapayım!”

“Ne kadar katarsın. Dayının oğlu.. şimdiden bizim akrabaların gözü onda..”

“Boş boş konuşma bırak allah aşkına”

“Ne yani.. abim o benim.. bak babam onu bir kere nişanlayacaktı ama o zamanlar okul vardı, diye sırf babam nişanlamasın diye hiç Urfa’ya gelmedi. Beş yıl oldu gelmeyeli.. onu çok özledik.. ilk yıl hiç aramıyordu sonra aradı ben doktor olmayana kadar gelmeyeceğim dedi. Biz artık o oralarda bir çırpıntı bulur evlenir diye düşündük ama evlenmemiş. Hata bırak evlenmeyi bir sevgilisi dahi olmamış”

“Ee ne yapayım. Niye bana bunu anlatıyorsun.. bulsaydı birini banane bundan”

“Ya onunla dün konuştuk. Geldiği zaman bizim evde çekim oluyordu”

“He doğru ya annem bahsetti o artist çekim mi ne yapacakmış”

“He kaç gündür çekim yapıyorlar. Bir hafta gelmeyecekler çekime bir oyuncuyu bekliyorlar o geldiğinde gidip başka yerde çekim yapacaklar.. yani haftada bir kaç saat konakta çekim olur olmaz.”

“İyi ne diye evinize aldınız ki?”

“Babam aldı.. her neyse gelecek misin bizim eve?”

“İşim var bitirip gelebilirim”

Omzuma sert bir yumruk atarak “gelebilirim, yok geleceksin. ”

“Geç oldu bu saatten sonra gelemem yarın gelirim. ”

“Hem sen niye çekimi izlemeye gelmedin? Vallahi çok güzeldi. “

“Ne yapacağım ben orada oyuncu gibi gösteriyor muyum?”

“Dur bağayım.. he valah aynı o artistler gibi..”

Ters bir bakış atım ve yatağımı düzeltim.
“Vallahi aynı o amerikadaki esmer seksi kadınlara benziyorsun”

“Bağ sana elimin tersiyle girişirim yüzünü güzel bir seksi kadına benzetirim.” Dedim sesimi yükselterek.

“Hiç şakaya da gelmiyorsun. Bu ara abim çok yakışıklı olmuş”

“Senide bir yakışıklıya versek her gün dayak manyağı yapsın o zaman gününü görürsün”

“Vallahi benimki yakışıklı olmazsa asla evlenmem”

“Beni de lafa tutun.. senin yüzünden kendime görüşmeye gecikecem. ” diyerek dolaptan bir elbise çıkardım.

“Ne işi! Çalışacak mısın?”

“Yoğ zil takıp oynayacağım”

“Vallahi babam ve amca çocukları duyunca delirirler. Seninde amcan vardı.”

“Kim ne derse desin umurumda değil.. ben çalışmazsam kim bize bakacak hep birinin eline mi bakacağım. Tarlada da yazın çalışırdım. Burasıda tarla kadar kötü olmazsa çalışırım”

“İyi sen bilirsin” dedi nesra.
Ben üstümü üzerime geçirerek kapının önüne geldim.
Arkamdan Nesra geldi ve ben ayakkabımı çıkartıp dışarıya attım kendimi. Dışarının havası sıcak olmasına rağmen serin bir rüzgar vardı.
Kızgın güneşin dar sokakları yakıyordu. Kahverengi kaldırımlar sıcak güneşin kızgınlığına esir olmuş gibiydi.
Nesra ile aynı mahalleden yürüdük,  sonra o evine giden mahalleden ilerledi.
Kuaför salonunda bir iş bulmuştum kendime. Orada en belirli bir fiyata çalışacaktım. Boş oturmayı sevmiyordum en azından yerleşene kadar burada çalışayım.  Caddelerden ilerlerken şehir havasına alışır oldum. Sanki hep burada yaşıyor gibiydim. Dünyanın ucunda yaşamak ve tüm bu gürültülü hayattan kopuk yaşamak güzel değildi. Yarın ne olacağını bildiğin, yarının uzak olmadığını günlerini aynı toprak üzerinde yaşamak çok kafa yorucuydu.
Caddelerin kuru gürültüsüne kapılıp gittim ve yarım saat sonra kuaför salonun önüne varabilmiştim.
Orta yaşlı bir kadın vardı girişte.

“Buyurun hoş geldiniz” dedi orta boylu hafiften kilosu olan kadın, benim iş için geldiğimi bilmiyordu.

“Ben iş için geldim abla” dedim.

“Abla değil hanımefendi diyeceksin”

“Pardon.. ben saygıdan..” diyerek başımı hafiften eğdim 

“Sorun değil.” diyerek “Ben bu kuaför salonun sahibiyim. Daha önce bir eleman tutum ama o pek beceremedi. Öğrensin diye bir kursa yazdırdı kendini. Sende yenisin galiba ama sorun değil ben sana gösteririm. Beceriksiz olmanı istemem”  dedi o an öfkelensem bile öfkemi bir kenara attım.
Sonuçta herkesten hoşgörülük tavırlar bekleyemezdim.

“Hadi gel bakalım” diyerek büyük koridordan geçirdi. İçeride üç kadın ve bir kadın ise sandalyede oturmuş saçını yapıyorlardı.

“Kızlar yeni bir eleman geldi bununla ilgilenin, yarın zamanında burada olmasını istiyorum. Ben yarın olmayacağım siz ona buranın kural ve işi gösterirsiniz” diyerek bana baktı “sekizde burada ol! Yarın iş başı”

“Tamam” dedim ve daha sonra hiç görmediğim masada bulunan rengarenk makyajlar, saç modelleri içinde dergiler, takılar, gelinlikler ve daha çok şey. Büyük bir alandı ve bunlara bakarken ağzım açık bakakalmıştım. Öyle güzellik ürünleri, kozmetikle ilgilenmem bir tek annemin sürdüğü sürmeden sürerim. Nesra ve kuzenlerim hep kullanırdı ama ben hep uzaktım.
Belki zamanı gelince bende kullanırım diye içimden geçirmediğim değil. Her kız ister takıp süslenmeyi ben bir türlü istememiştim.
Benim için bir anlamı yok. Öyle süslenip kime kendimi beğendirecektim ki!
Ben kimseyi pek sevmezdim ve kimse de beni sevmezdi. Hayatın kuralına göre gittim ama benim de hep isteklerim arzularım vardı.

Burada ki kadınlar, Her ne kadar soğukkanlı gelse bile, içindeki samimiyeti alabilmiştim.
Çok saçma değil mi! Sıcak insanlara soğuk diyorum ama soğuk insanlara ise samimiyetli diye düşünüyordum.
Bu işi burada bitirip sonra dar sokakları çevreleyen kaldırımdan ilerledim.

Bu kalabalık şehire alışmam gerekirdi. Artık buraya ayak uydurmam lazımdı. Abla değil, hanımefendi.  O kadar kitap okudum ama bu tarz şeyleri gözden kaçırmıştım.
Derken gözüme bir an yakın bir ev göründü. Ne evi?
Hatırlamaya çalıştım ve sanki hatırladım. Evet uçsuz bucaksız harabe ev.. Tepelerden gözüküyor ve çok rahat duruyordu. Oysa o günü sanki o tepelerden düşecek gibiydi.
Daha önce gelmiştim. Bir an ağzım açık uzak görünen eve baktım. Mahalleden ilerleyerek oraya yetişmek için koşar adım yürüdüm. Neden bu kadar acele etiğimi bilmiyordum. Şimdi daha net hatırlıyordum. Burası Okan’ının beni getirdiği evdi.

Her ne kadar harabe olsa bile, burada oturup sigara içmeyi hep hayal ettim. Nasıl olurda bu kadar yakında olan evi uzak bilmişim. Şehirin ucunda zannettiğim benim gizli bahçem oldu.
Tıpkı köydeyken kendime bulduğum bir mekan gibiydi. Koşar adım yokuş mahalleyi geçtim ve bir tepenin başına geldim. Şimdi şehri tümünü görüyordum.
Harabe eve öylece baktım. O günü çektiğim acılar gözümün önünden geçip durdu.
Sahi beni o getirmişti. Onu düşününce kalbim sıkıştı.
Onun burada olmasını çok isterdim. Neden istiyordum?
Evin harabe kaldırımına baktığımda sıkıca çantamı tutum.
O günü oda oturmuştu. Yavaşça kaldırımın üstüne oturdum.
Çantamdan sigara çıkartıp yaktım. Gözlerim bir anda doldu.

Ben aşık mı olmuştum? Yoksa geçici bir heves mi? Bunları düşünmem bile bana utanç veriyor.

Sigaramı yakarken derinlere daldığımı fark ettim. Ben, hala o günden ayrılmamıştım. Hani derler ya kaç gemi geçti o limandan ben o limanda takılı kaldım.
Ya ben ayrılmamaktan geri çekiniyordum. Bilmiyordum... bilmek bana acı veriyordu.
Harabe evin etrafında tur attım arka kısımda tüm şehir gözükürken girişi ise uçsuz bucaksız tepeler sıralanmıştı. Tam önünde ise kara yol vardı. Bu yol ipek yolu gibi tüm ülkeye bağlıyor gibiydi.
Arkadan döndüğümde bir araba önünde park edilmişti. Bir an korktum ama araba bana tanıdık gelmişti. Evet! Nasıl unuturum..
Ben bu arabayla buraya ilk defa gelmiştim. Arabayı süzdüğümde içinde kimse yoktu.

“Arap kızı beni mi arıyordun?” Diye bir ses gelmişti. Arkama dönüp baktım.
Yüzüm terlemişti ve saçım yüzüme yapıştı. Esmer tenim gün batışına karşı daha çok belirginleşiyordu. Güneş arkamda kalmış yüzüme bir gölge vermişti.
Ben hala inanamıyordum. Karşımdaki adama baktım ve oda bana ateş saçan gözlerle bakıyordu.

Nerden geldi bilmiyorum bu heyecan! Ve duygularımız bizi yenik düşürdü.. ölmedik, sadece fazladan acı aldık.

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Where stories live. Discover now