1

1.1K 24 10
                                    

  Rengarenk bir sürü balon hayal edin. Balonların içi en sevdiğiniz kişinin kokusuyla dolu olsun.Sonra gelip balkonunuza konmuş ve hepsi patlamış...
  En sevdiğiniz kaldırıma bastığınız an ayak izinizin çıktığını ve tam oradan dünyanın en güzel çiçeklerinin büyüdüğünü hayal edin.Ve her adımınızda peşinizden geldiğini...
   Dünyanın en yalnız adamının kapısının iki kere çalındığını hayal edin. Ve kapıyı çalan postacının yıllardır ona ulaşmamış, bir yığın mektupla geldiğini...
   Ve bir genç kız hayal edin. Rengarenk balonları yutup balonların içindekileri yok saymaya çalışan... En sevdiği kaldırıma sırf  çiçekler çıkmasın diye basmayıp topraktan yürüyen... Bir genç kız hayal edin. Yıllardır ona ulaşmamış mektupları görünce, adresin yanlış olduğunu düşünen... İşte, tam olarak aklınızda çizdiğiniz resmin benim tuvalimin üzerine düşmüş gölgelerdi. Ta ki o yağmurlu akşama kadar...
   Ali, içinde tuttuğu on iki yıllık kocaman aşkını bir balonun içine üfleyip balonun ipini elime sıkıştırmıştır. Ondan yaklaşık bir ay sonra, yine yağmurlu bir gecede o balon tam da göğüs kafesimin içinde patlamıştı.
   Son zamanlarda sık sık yaptığım gibi, dalgın gözlerle pencereden sokağı seyrediyordum. Üzerinden iki hafta geçmesine rağmen hala aklımdan çıkaramadığım o yağmurlu akşamı düşünürken...
Masalın değiştiği o akşam...
  Saat on ikiyi geçerken değil, on iki yıl geçmişken bizden...
   Yüzüme aptal bir gülümseme yerleştirdim. Ellerim boynumdaki kolyeye kaydı. Gözlerimi usulca kapatıp kafamın içinden geçen kareleri daha net görmeye çalıştım. Kadraja, dudaklarımızın buluştuğu o an gelince gözlerimi hızlıca açıp yutkundum. Yüz bin baloncuk yutmuşum da her biri yanaklarımı kırmızıya boyamaya yemin etmiş gibi yanaklarım ısındı aniden. Kafamı usulca sallayıp hafifçe yukarı kaldırdım ve içimden, ''Allahım, ya zihnimden o sahneyi sil ya da yanaklarımdaki yerden ısıtmalı sistemi kapatalım lütfen ya...'' diye geçirdim. Tam o an, ensemde bir sızı hissettim. Allahım, duam bu kadar çabuk mu gerçek oluyor? Gerçekten Eternal Sunshine  of the Spotless  Mind mı yani?
   Bir kaç saniye sonra ensemdeki acının ruhani bir şey olmadığını anladım. Ensemdeki acı, benim dengesiz arkadaşlarımdan birinin kafama fırlattığı top yüzündendi. En sinirli ifademi takındım ve ensemi tutarak arkamı döndüm. ''Hangi psikozlu su samuru deyyus o topu benim en sevdiğim organım olan soğancığıma atma gafletinde bulundu?'' Bana gözlerini kocaman açmış, şok içinde bakan Oğuz ve Sinan'a doğru bir adım attım. Ellerimle hızlıca ikisinde işaret edip yüzümdeki ifadeyi bozmadan,''Hanginizdi?'' diye bağırdım. İkisinde korkarak usulca birbirlerini işaret ettiler. İki adım daha atarak aramızdaki mesafeyi kapattım. Bir ayağımı Oğuz'un, diğerini Sinan'ın ayağının üzerine bastırdım. İkisinin de göğüsüne hafifçe vurup dişlerimi sıktım. ''Ben demedim mi size ha? Bu aralar ruh halim çok çalkantılı, bana bulaşmayın diye... Biyolojik saatim dengesizin üstünde durdu, benden uzak durun demedim mi size?!'' Parmak ucumda yükselip, dört kişiyi acımadan öldürmüş psikozlu bir seri katil gibi açtığım gözlerimi bir Sinan'ın bir Oğuz'un üzerinde gezdirmeye başladım. ''Bak yemin ederim, kafayı yememe birkaç milim kaldı. Eğer delirirsem, evimin bodrumunda doğrayıp parfüm yapacağım ilk kişi siz olursunuz!'' Benden uzun olan Sinan ve Oğuz'a sinirle alttan alttan bakarken ataklarım aniden yerden kesildi ve gözlerimiz aynı hizaya geldi.
   Bir anlık şokla ayaklarımı çarptığım an, kulağıma Ali'nin sesi doldu.''İşte... Şimdi adil bir dövüş oluyor. Vur kızım suratlarına!''
   Ali, hafifçe güldüğü an bütün dengem şaştı ve tekrar gevşedi kafamdaki şekerden vida. O anki boşluğumu fırsat bilen Oğuz ve Sinan uzaklaşıp pencerenin önündeki kanepeye tünediler. Ali ise beni usulca beni hemen yanımızdaki tekli koltuğa bıraktı. Birbirimizin yüzüne eskisi kadar bakamadığımız için, eskiden yaptığının aksine beni göremeyeceği ama bana uzak olmayan bir yer seçti kendine. Tam ayakucum...
   Dizlerimi karnıma çekip ellerimi bacaklarımın üzerinde sımsıkı kenetledim.
    ''Ali de olmasa yemin ederim bu kız bizi yer, ben sana diyeyim..." Bilimkurgu filmlerdeki genetiği bozulmuş hayvanlar gibi üzerimize saldırıyor her fırsatta bu sıralar.''
   Sinan, Oğuz'u onaylayarak,'' Kanka, cama yapışan sinekler var ya, yenin ederim öyle. Korkuyorum ben Yaprak'tan,'' dedi.
   Ali başını hafifçe geriye atıp tek bacağını halıya doğru uzattı. ''Abartmayın be...'' diye söylendi kendi kendine. ''Ben yıllardır sizi kudurmalarınızı çekiyorum, siz de iki gün şu kızın nazını çekin.''
   ''Kanka sadece naz mı sence? Geçen gün alışveriş merkezine gittik bununla.'' Parmağıyla beni işaret etti Sinan.'' Sürekli tuvaletim, geldi tuvaletim geldi... Dedim ki, seninde amma çabuk çilin geliyor.'' Gözlerini abartılı bir aşiret dizisi oyunculuğuyla açıp ellerini yanaklarına koydu.'' Der demez, üzerime atladı, sana be benim boşaltım sistemimden diye... sence naz mı bu?''
   ''Haklı kız... içinde mi soğursun? Çabuk geliyorsa gelsin, sana ne?''
   Sinan burnunu karıştırarak birkaç saniye Ali'ye ciddiysen seni lanetleyeceğim bakışı atıp Oğuz'a döndü. Oğuz abartılı bir Burger King  çalışanı ses tonuyla,'' iki lira farkla şokunuzu bir boy büyütmek ister misiniz?'' diye sordu.
   ''Double seçim şık istiyorum, ancak yeter.''
   ''Soslarınız ne olsun?''
   ''Kan ve kızılcık şerbeti olsun... kan içerim, kızılcık şerbeti içmedi dedirtmem.''
   ''Kanka bozmayım dedim de, ne alaka şimdi?''
   ''Kafamda geçirirken çok mantıklı ve komikti. Özür dilerim Oğuz...''
   ''Affettim gel...'' Oğuz Sinan'a sarılıp sonra onu itti. '' şimdi git. Leş gibi terlemişsin.'' Yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirip işaret parmağını havaya kaldırdı.''Peki iki lira farkla oksijeninizi büyütmek ister misiniz?''
   Biz Ali'yle hiçbir şey demeden onların tiyatrosunu izlerken ikisi aynı anda söyledikleri cümlenin reaksiyonunu bir sitcom efektiyle yaşıyorlardı. Gülerek birbirlerini yumruklamaya başladılar. Gökhan'ın, Merve'yle ayrılıklarından sonra girdiği ağır depresyon yüzünden Oğuz ve Sinan gevşekliği iyice abartmış, hatta ilkokul seviyesine düşürmüşlerdi. Sürekli yaptırdıkları saçma espirilerden sonra, her seferinde birbirlerini yumruklayıp karınları ağrıyana kadar gülüyorlardı.
   ''Benimle uğraşmak yerine böyle birbirinizi yumruklayıp kanepede hacıyatmaz gibi takılın işte.''
   ''Valla Yaprak, ne dersen de... son zamanlarda delirdiğini kabul etmen lazım. Bak böyle gidersen, nesli tükenmiş vahşi hayvanlar müzesine koyacaklar naaşını.''
   Ali elindeki kumandayı Oğuz'a fırlattı.''Ölüm bölüm konuşmayın demedim mi ulan ben size kaç defa!''
''Evet ölüm konuşmak yasak çünkü çılgın hacker arkadaşımız Ali ölümsüzlük kodu basıp hayatı Hackledi hepiniz ölümsüz!''
''Şu an yerim inanılmaz rahat olmasa ayağa kalkar, seni camdan sallandırarak kodun işe yarayıp yaramadığını kontrol ederdim Oğuz.'' Ali başını hafifçe geriye atıp ensesini ayaklarıma yasladı.'' Ama İnan değmez.''
   ''İki kira farkla kalbimdeki kırıklığı bir boy büyütmek ister miydin Ali?''
   Ali kendi kendine, "Şu geyik sıkmadı mı hala?" Diye mırıldandı. Sinan ve Oğuz aynı anda, "Hayır tabii ki," dediler. Sonra da, "oha aynı anda!"diye birbirlerinin burnundan makas aldılar. Sonra oğuz ani'den beni şaşırtarak kanepede ayağa kalktı. "Aman diyeyim bak yaprak, Zeliş sultan hep ne der biliyor musun?" deyip dikkati üzerine çekmek için hafifçe zıplamaya başladı. "Bir kız üç şeye çok dikkat etmeli, yoksa çocuğu olmaz. Biiir..." İşaret parmağını havaya kaldırdı."Ayak... Soğuk yemeyeceksin.ikiii...'' orta parmağını havaya kaldırdı an biraz dahazı hızlı zıplamaya başladı. "Bu kısım seni ilgilendiriyor yaprak. Kafa... Stres yapmayacaksın. Çocuğun olmaz bak.üç... Koca. Koca bulamazsan da çocuğun olmaz sonuçta, koca da önem-''
   Oğuz cümlesini tamamlayamadı çünkü az önce yerinden kalkmak istemeyen Ali, Sineklik görevi görerek kanepede zıp bayan küçük sineği duvara çarpmak suretiyle anında infaz etti.
   Bir süre homurdanan Oğuz'u, onunla dalga geçen Sinan'ı dinlemek zorunda kaldık. Ama arkadaş grubumuzun en sevdiğim özelliği olan "arsızlığın" premium versiyonunu kullandığımız için kavga sonrası üçüncü dakika her şey normale dönüyordu. Ortalık sakinleşince odada eksikliğini hissettiğim Gökhan, yüzünde demir gibi bir ifadeyle oturma odasına dramatik bir giriş yaptı. Normalin aksine sakindi ama sakinliği fazla şüpheliydi. Ağır çekimde birkaç adım atıp elindeki telefonunu bize gösterdi. Ekranı tuzla buz olmuş, garantiden daha yeni gelmiş telefonunu..." 64 gb'lık hafıza nasıl dolar ulan? 64 gb ne? nasıl dolar?''
   Şoklar içinde kalan Sinan, " hafıza dolu dedi diye telefonu mu parçaladın sen!?" Diye bağırdı. Gökhan sakinliğini hiç bozmadan, ''Hayır sığırcığım," dedi. "Duvara sinirlendim çok boş bakıyor diye. O yüzden telefonu fırlattım. Ama gel gör ki duvar hala sağlam... Yoksa ben neden telefona sinirleneyim? Değil mi?''sonra elindeki telefonu anneye bir öfkeyle Sinan'a doğru fırlattı. Sinan elince duvara çarpan telefon, son kalan nefesini de vermiş oldu böylece.
   "Korkarak söylüyorum ki, aranızda tek akıllı ben kaldım," diye mırıldandı oğuz kendi kendine. Sonra Gökhan'ın dalgınlığından faydalanıp onu kahve yapmaya mutfağa gönder diye aklına gelmiş olacak ki, "Kanka, bu arada hani bize Türk kahvesi yapıyordun sen?" Diye sordu. "Kahve yapmaya gittin, telefon parçaladın geldin. Oldu mu ama?''
   "O konuya ayrı sinirliyim. Boş anıma denk getirip bana saçma sapan şeyler yaptırmayın, valla kötü olur ha! Kendimi kahve koklarken buldum mutfakta aniden. Dalmışım, birden kendimi saçma sapan bir partide,Beni kandırdılar da burnumda zorla kahve çektiriyorlar sandım. Psikolojimi bozdunuz ha! Sizin Falınızda bakar üç vakte kadar si- '' Gökhan, gözlerini kapatıp dişlerini sıktı. "Sinir yok... Küfür yok... Sakin..." Yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirip, "iyiyim,''
   "Kanka, orta sehpadan inip konuşur musun rica etsem, seni ciddiye alamıyorum"
   Orta sehpaya sanki dünyanın en rahat koltuğunda oturuyor muş gibi yayılan Gökhan, kırmızı kart gösteren Hakem pozu verip Oğuz'a çevirdi kafasını. Çirkin bir el hareketi yapıp Oğuz'a  sallayarak,''Kahve almaz mısın canım?" Diye sordu.
   Oğuz pişkin pişkin, "Alırım canım, köpüklü olsun," dedi.
   Bunun üzerine Gökhan delirip Oğuz'a doğru tükürdü." Al sana köpük!''
   Tabi tükürük bu, kanatları yok, halının ortasına düştü. Ali ayağıyla Gökhan'a vurup sinirle, "lan lan lama mısın sen?'' Diye bağırdı. "Bir eve tükürmediğiniz kalmıştı yani!" İstersen sıçın bir de halıya, tam olsun!''
   Kafamı hafifçe kaldırıp, "Bir de bana diyorsunuz delirdi diye. Bence hepiniz delirdiniz, tek akıllı benim," dedim. Sinan, Oğuz, hatta Gökhan bana öyle bir baktı ki, onları yok sayıp tekrar Gökhan'a bağladım konuyu. "Kanka cidden, Bir pisikolağa görünmek istemediğine emin misin? İyi mi ruh sağlığın?"
   "Merak etme Yaprak . Yıkılmadım ama doksan derecelik bir açıyla durduğunda söylenemez. Michael Jackson'ın şu meşhur hareketi var ya... Tam o açıyla bekliyorum.Ve korkmayın, psikologluk bir durum yok. Ruh sağlığım benim gibi genç birini taşıyabilen şu orta sehpa kadar sağlam ve güçlü. Yıkılmadı-'' Lafını bitiremeden, sehpa daha fazla dayanamayıp kırıldı ve Gökhan yere devrildi. Kafası halıdayken hiç istifini bozmadan bir şeyler mırıldandı.
   "Evet, birkaç saniye önce resmi olarak yıkıldım. İzninizle yıkıldığım yerde biraz uyumak istiyorum. Bana dokunmayın.''
                                ****
   Son bir aydır yaptığım gibi, Ali'yle yalnız kalmaktan ultra çekinerek çocuklarla birlikte çıktım evden. Utanıyor muydun, yoksa başka bir şeymi, bilmiyordum.kafamdaki çoktan seçmeli soruların cevap anahtarının annem arkadan koparıp saklamış gibi bir ruh halindeydim. Ali'nin kocaman aşkına karşılık, ben de filizlenen ve ona gösterdiğim o tatlı his yalnızca içimizdeydi. Dinlendirmiyor, sevgili gibi davranmıyor, o yalnızca şapşal bir pantomim oyuncusu gibi birkaç küçük mimik yapıyorduk. Ama kalplerimiz çok hızlı çarpıyordu. Ali'nin 12 yıllık sessiz filminin iki kişilik versiyonuydu oynadığımız.
   Biz, birbirimizi seviyorduk. O benim çocukluktan beri kahramanımdı, ben onun ilk ve muhtemelen son aşkıydım.
   Ben de filizlenen minik kalp atışları, onun göğsünü delen ağrıya düğüm olmuştu. Ancak diğer çiftler gibi olamıyorduk.bunun için uzun bir yol var önümüzde. Bunu bile bile, çocuklardan gizli lades çekmiştik bu hislere.
   Merdivenlerden çıkarken aklıma içimdeki huzursuzluk geldi yeniden. Bir ayağımı üst basamağa atıp elimi dizime dayadım. Çocuklar haklıydı. Onlara karşı kendimi suçlu hissettiğimden,kendime otomatik koruma program oluşturmuştum sanki. Onlara karşı olabildiğince asabi ve sinirliydim. Aşmam gerekiyordu bunu ama aşamıyordum da. Elimi merdivenin korkuluklarından çekip iki parmağımı şakağına bastırdım. Kendi kendime, "orada da Tuna'nın sesi yankılandı mi?"dedim. Ayağını bir adım daha atıp basamakları ikişer ikişer çıkmaya başladım. Tunaların dairesinin önüne gelince yüzüme minik bir gülümseme kondu. Bunda, Ali'den haberi olan tek kişinin tuna olması ve onun da bu konuları özgürce konuşmanın verdiği mutluluk da vardı tabii. Kapıyı çalmak için elimi yumruk yapıp havaya kaldırdım parmaklarımın eklem yerlerini sivri konuma getirip kapıya doğru rotayı belirledim hedef noktası noktasına varmama birkaç milim kala aklım dün gece geldi. Delirdiğim anlardan birindeyken balkondan aşağı tükürmüştüm ve tükürüğüm, odasının balkonunda çiçeklerini sulayan Tuna'nın kafasına gelmişti. Yüzümdeki gülümseme söndü. Elimi usulca indirip, "tuna benim kesin bu defa öldürür," deyip arkami döndüm." ulan gerçekten yan vahşi hayvanlar müzesine kaldıracaklar naaşımı ya da Tuna-''
   "Tuna senin tükürük bezi yerinden yer bizi yapıp seni bir damla suya muhtaç bırakacak."
   Tuna'nın sesini duyduğumda gözlerim şok ile 2R yarıçaplı Bir daire oldu. Kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne döndüm. Tuna merdivenin başında, ellerinde alışveriş poşetlerini duruyordu. Refleks olarak bir adım geri çekilip aptalca gülmeye başladım. "İlahitma... Nasıl da sinsi sinsi geldin, duyamadım vallahi."
   "Özür dilerim. Bir dahakine kendime Çan takarım, yaklaştıkça öter. Böylece ben gelmeden can güvenliğin için kaçarsın ve ben de katil olmak zorunda kalmam. ''Eliyle çekilmeme işaret etti. Dediğini yapıp bir adım yana kaydım. Yanımdan geçerken omzu bana değmesin diye kendini olabildiğince geri çekti. Kapıya ulaştığında poşetleri bana uzatıp, "tut şunları," dedi buz gibi bir suratla. Sesimi çıkarmadan dediğini yaptım. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak adına dünyanın en yapmacık sorusunu sordum. "Neler almışsın böyle. Merak ettim! Bakabilir miyim?"
   Tuna anahtar deliğine anahtarı yerleştirdi ama Çevirmedi. Olduğu yerde arkasını dönüp yüzündeki çarpık gülümsemesiyle bana baktı. "Bana bak... Dün geceyi unutmadım. Ben o arkadaşlarına benzemem. Seni sinir kalplerinde asla alttan alamam." Bir adım atıp bana doğru yaklaştı. Başını benimle aynı hizaya getirip öfkeyle açtı gözlerini gözlerime kenetledi. "Aslında dün gece, seni gördüğüm yerde parçalayacak ama dair bir yemin hazırlamıştım kendime etini Zeus'a sunup kemiklerini de köpeklere yedirecektim. Bir dizi hakaret hazırlamıştım hatta. Telefonumun hatırlatma bölümüne hepsini not bile ettim. O kadar ki, sana edeceğim hakaretleri ipe dizsek dünyanın etrafını sekiz defa dolaşır. Emin ol... Ama bugün beni senden daha çok delirten biriyle uğraştığımdan sinirim biraz geçti. O yüzden sus be ne dersem yap. Yoksa yemin ederim hamurdan putlarını yapar, sonra onları yerim Yaprak. Tamam mı?!"
   Tunaya cevap vermek için ağzını açtığında, sanki biri bana dublaj yapıyor muş gibi oldu fonda çiz bir kız sesi yankılandı." Tuna ne yapıyorsun?!" Tuna ile ikimiz aynı anda kafamızı sese doğru çevirdik. Merdivenin başında nefes nefese kalmış, güzel bir kız duruyordum. Üzerinde kabarık bir mini etek, gösterişli bir ceket vardı. Saçlarıma Şalı, yüzünde onu yaşından üç yaş büyük gösterecek bir makyaj... O kadar süslü ki, küçükken oynadığım pasta süsleme oyunlerindeki Serseri Serbest sitilim geldi aklıma Birden ve kızın üzerine kiraz koymak istedim. Ayağındaki topuklu ayakkabı o kadar yüksekti ki, eminim belediye kızı Yakalasa imar Yönetmeliği çerçevesinde ceza keserlerdi.
   Tuna, "sen beni mi takip ettin?!''diye bağırdı kıza. Beni eliyle hafifçe duvara doğru itip kızın olduğu tarafa doğru gitti." Gökçe, bir aşiret dizisi klişesi yaşatıp seni merdivenlerden yuvarlamadan önce lütfen burayı terk et."
   Adının Gökçe olduğunu öğrendim kirazlı pasta, Tunayı yok sayarak bana döndü. "Misafirim gelecek derken bu kızda mı bahsediyordun?" Diye sordu. Başını hafifçe yukarı kaldırıp, "ben gelmeyeyim diye numara yapıyorsun sanmıştım, "diye ekledi.
   Elimdeki poşetleri rağmen, elimi hayır der gibi salladım. Tuna arkasını dönüp bana gözlerini kısarak baktı. Yüzündeki ifade sakın çaktırma demek ile yatağını hazırladım , Boş bir mezar demek arasında bir şeydi. Ellerimi indirip berbat oyunculuğumda, "Aaa evet, benim misafir. Tanrı misafiri... Zeus da olabilir, "dedim. Ve sonra komikmiş gibi buna güldüm. Yüzümdeki eğreti gülümseme Tuna'nın bana acıyarak bakıp gözlerini devirmesiyle soldu. Tekrar kıza dönüp, "evet, misafirim ol. Şimdi gitsen iyi olur işimiz var bizim," dedi.
   Kız, önce ısrar etmek ister gibi Tunaya baktı kıvırcık büyük çeneyle. Tuna yüz vermeyince hışımla bana döndü. "Ölünün arkasından konuşmak gibi olmasın ama... Tuna da gözü olan kızların sonu pek trajik bitti şimdiye kadar. Haklarında kitap yazdım hatta. Yollulardı, yoldum oldu diye. Yarı otobiyografi... Okumanı öneririm. Ağırıyor olma sahneleri içerdiği için yayından kalktı. Ama bir gün canlı yayınını seninle çekebiliriz.''
   Tuna dişlerini sıkarak, "Gökçe!" Dedi. Kız onu umursamadan beni potansiyel rakip olarak gördüğü için ısrarla yardırıyordu tabi ben çoktan ağzımı açıp, "Tuna'da gözüm olsa kendi iyiliğim için o gözü çıkarır, onunla masa tenisi oynarım," diyemedim.Tuna kıza hala dişlerini sıkarak, "Gökçe, kapat çeneni!" Dese de kız asla susmuyordu. Tunayı yok sayarak benimle konuşmaya devam etti.
   "Ah, sakın yanlış anlama beni! Ben şiddet yanlısı biri değilim" bunu spor için yapıyorum. Biliyor musun, bu yıl olimpiyatlarda 'sevdiği çocuğa asılan kızları iyi olma 'dalında müsabakalar olacak. oraya hazırlanıyorum ben!"
   "Gökçe!"
   "Ne be?! Önce delirt, sonra Gökçe diye çemkir! On beş gündür süründürdün beni buralarda! Ne İstanbul'a dönmeyece kabul ediyorsun ne beni yanına yaklaştırıyorsun!"
  "Ah!" diye bağırdım aniden. Öne doğru bir adım atıp kocaman olmuş gözlerimle kızı işaret ettim. "Sen... O kızsın! Eski sevgilisi... Değil mi?"
   Kız kendinden emin bir şekilde saçlarını arkaya savruk, "Evet canım,'' diye yanıtladı sorumu." eski, yeni, gelecek... Sıfatlar ne olursa olsun, kıçına takacağım kelime net. Sevgili... O benim.''
   "Hayır Gökçeciğim. Sen benim ne eski ne şimdiki ne de gelecekteki sevgilim olabilirsin zaman takıları ile bir problemin var ise açıklayayım. Dili geçmişten, tek belamsın sen. Şimdi def-''
  Kız, Tuna'nın ağzına elini kapattır." Söyle bakalım. İki defa seninle dışarı çıktık! Çıkma sayılmıyor mu onlar?"
    Tuna, kızın elini ağzından hızla çekti. "İki kere çıktık dediğin, biri size aile ziyaretine gelince bahçeye çıkmıştık, ki zorla çıkarmıştın... Diğeri de beni sinemaya kadar takip edip benimle aynı filme girmiş ve yanıma oturmuştun!"
   Kız dudağına hafifçe biz hep, "peki ya öpüşmemiz?" Diye sordu.
    Benim yüzüm shoptan trolleştiği an Tuna bana doğru döndü. "Yalan söylüyor!" Diye bağırdı. "Bunları sakın kimseye anlatma, seni öldürürüm yaprak!"
   Kız, "hatırlamıyor musun o tutkulu dakikalari?" Diye dalga geçti ressmen Tunayla.
   Bunun üzerine tuna iyice sinirlendi. "Beni odana kilitlediğinde camdan atladığım için iki kolumu kırdığımı mı? Ardından iki kolum kırıkken ve senin pis suratına tutup kendimden uzaklaştırmaktan bile acizken şap diye beni öptüğünü mü açtırma şimdi ağzımı benim ! Seni ozamanlar polise şikayet edip tacizden içeri tıktırmadığıma pişmanım. Yılanın başına ozamanlar ezmek lazımdı!"
   "Ay!" Diye cırladı kız aniden. İki elini çırparak, "Hatırladım demek o günü!" Dedi.
   "Gökçe, bacaklarını Barbie bebeklerin ki gibi kökünden söküp seni evet top gibi yuvarlamamı istemiyorsan üç saniye içinde yok ol. Tamam mı? Sabrımı zorluyorsun. Ne kadar ısrar edersen et, ne kadar çabalarsan çabala... Ne seni evime alacağım ne de seninle İstanbul'a geri döneceğim. Anlamıyorsanız 2'yi , Başka bir dile geçmek için 3'ü , Ben gidemem beni siz şu kutlayın demek için 4'ü tuşlayınız.''
   Kız, Tuna'nın göğsüne küçük bir Çimdik atıp, ''5!'' Diye bağırıp arkasına bakmadan aşağı koştu." Şimdi gidiyorum ama yine geleceğim!"
      Tuna elini göğsüne bastırıp yüzünü acıyla buruşturdu.'' Küçük yılan...''diye tısladı dişlerini sıkarak.
Ne yapacağımı bilemedim. Sinirini benden çıkaracağından korktuğum için elimdeki poşetleri yere bırakıp koşarak eve çıktım. Tuna'nın peşimden bağırışlarını yok saymaya çalışarak...
******
Eve gittiğimde son zamanlarda sıkça yaptığım gibi odama gitmek yerine misafir odasının balkonuna çıktım. Odamın duvarları üstüme üstüme geliyordu çünkü. Açık hava beni kendime getiriyordu. Belki de, aklımdan Ali geçerken duvardan bana bakan bizimkiler içimdeki huzursuzluğu tetiklediği içindi bu. Bilemiyorum...
Cebimdeki telefonu ,bizimkilerin yine WhatsApp grubunda coştuklarını Belli eden ısrarcı bildirim gelmeye başlayınca bu durum beni görünmez bir Oltayla daldığım yerden yakalayıp kıyıya çekti. Kendime gelebilmek için tişörtümdeki hayali olta ucunu çekip zihnimden attım. Başımı hafifçe sallayıp , "Yanlış bir şey yapmıyorum ki..." Diye mırıldandım. "Yaptığım tek şey, bir şeyler hissetmek... Yalanda söylemiyorum. Sadece biraz... Her şeyden emin oluncaya kadar...." telefonumdaki bildirimler iyice delirdi. ''İki dakika kendi kendime duygulanamıyorum. Ulan bir susun!'' Diye bağırdım telefona."Şurada sizden ufacık bir şey saklıyorum diye bütün videolarımı söküp attım,kırık iki tahtayla ömür geçiriyorum. Bir durunsa moda gireyim, değil mi?"
   Telefonun dili olsa, o an ekranda eminim" sen tam bir salaksın" yazısı belirirdi. Derin bir nefes alıp, "eskiye dönmenin tam vakti kızım," dedim. "Ali ipne, sen aynı... Onlar zaten hep böyle. Gökhan, Merve'yi sevse de sevmese de aynıysa... Oğuz, İremden önce de sonra da aynıysa... Sen de içindeki kelebeklere rağmen aynısın.''Hafifçe dudağımı ısırdım. Başımı sallayıp kendi kendime onayladım.'' Ne güzel dedim he...''
   Ve telefonumun kilidini açıp uzun zamandır çok nadir katıldığım Gye bodoslama daldım.
4N1K Whatsapp Grubu
Gökhan:arkadaşlar İçinizden birini öldürmeden azıcık dövebilir miyim? Sizin gelmenize de gerek yok. Evet diyenin evine koşarak gelirim hemen. Döverken asla etrafı dağıtmam ,dağıttıklarımı da iş bitimi toplar,temizler, öyle ayrılırım yanınızdan. Temiz çalışırım, asla size zahmet vermem. Lütfen... Sinirimi atamıyorum.
Yaprak:Gökhan depresyondayken hiç Çekilmiyorsun bebeğim. Sinan sığırı ayak parmağımı emikler misin derdi, sen direkt sizi biraz sakatlayabilir miyim diyorsun.
Sinan:Benim değerimi anlayın işte. Sinan yorulmaz ekolü depresyonunu bile bir jim carey filmi tadında yaşar.
Oğuz:Oğlum yalnız bir şey diyeceğim de, depresyonu ortaya falan mı söylediniz siz? Resmen asla gitmiyor, el değiştiriyor. Grup indirimi falan mı vardı? Bir depresyon alana iki doz mutluluk bedava falan mıydı? Sinan'ınki bitti derken, Gökhan'a geçti. Oradan dönüp bana girecek falan... Dünya henüz benim depresyonuma hazır değil. Lütfen dikkat edelim, aman.
Yaprak:Oğuz gevşekliğin yine sınırlarını zorladığın dönemlerdesin bebeğim.
Oğuz:Evet, Nasıl kelime ama? Yemin ederim dünden beri yeri gelse de şu kelimeyi kullansam diyordum. Şu an acayip mutluyum.
Ali: Gereksiz kişiler diye Google'dan aratınca seni resmin çıkacak yakında Oğuz.
Gökhan: Gerçekten yok mu aranızda benden dayak yemek isteyen?
Sinan:Bu iyice Şark Bülbülü filminde mazlumu getirin bana diye deliren adama döndü ha... Kanka alalım sana bir kum torbası, rahatlarsın.
Gökhan: Ondan sinirliyim zaten... az önce patlattım kum torbasını.
Oğuz: Arkadaşlar durum vahim, herif şehre inen bir bizon sürüsü kadar tehlikeli. Bence sığınaklara inmeliyiz acilen.
Gökhan: Sığınağa gelir döverim sizi.
Yaprak: Önerim, psikolog.
Sinan:Önerim, Prozac'a pişer takıp içmesi
Oğuz: Prozac kesmez. Önerim at yatıştırıcı iğne.
Gökhan:Yapraklıpınar, ben de düşünmeye başladım psikoloğu. Sinancığım, seni ortaya söyler, tek pişer isterim. Tur döner herkes... oğuzcuğum, at iğnesini uzakta arama gel bana...
Ali, sizi gruptan çıkardı.(22:30)
Ali, sizi gruba ekledi.(22:33)
Yaprak: Ne oldu be?!
Ali: Yok bir şey güzelim, yanlışlıkla yaptım.
Gökhan: Selam yaprak, ben ölü kız Gökhan. Bu gönderiyi on yere yapıştırmazsan... Elbette sana bir şey yapmam. İki türlü de Ali beni on yere yapıştıracak. İyi geceler.
******
Okul sırasında çektiğiniz uyku, yatağınızdakinden daha cazip gelir bazen. Bunun sebebi çoğu öğrenci için okuldaki sıkıcı dersler, ninni gibi gelen öğretmen sesleri olsa da benim için sanki biraz farklıydı. Yıllardır sıra arkadaşım Ali , ben gözlerimi kapadığım an sırtıma ceketini örtsün diye uyumuşum sanki. Ya da arada bir çekinerek saçlarıma dokunsun diye... ses çıkaranlara ben uyanmayayım diye, gizliden kızsın diye sanki... ya da kulaklığını usulca kulağıma takıp bana güzel şarkılar dinletsin diye... O gün olduğu gibi.
Dersin son dakikaları uyuyakalıp bomboş kalan kulağımdaki müzik sesiyle uyandım. Gözlerimi açmadan evvel, şarkıyı tanımaya çalıştım. Ama çözemedim. Gözlerimi usulca araladığımda Ali'nin de başını sıraya koyup bana baktığını gördüm. Gözlerim henüz açılmıştı ki, Ali boşluktaki eliyle gözlerimi kapattı.''Azıcık daha kapalı kalsa gözlerin...'' dedi usulca. ''Olmaz mı?''
Gülmemek için dudaklarımı ısırıp kafamı yukarı aşağı salladım. İşareti kaptığı an, kemikli elleri gözlerimin üstünden kaydı. ''Teşekkür ederim,''deyince dayanamayıp tebessüm ediverdim.''Yüzüne böyle rahatça uzun uzun bakmayı çok özledim.''
Gözlerimi açmadan, dudaklarımı hafifçe aralayıp usulca hava doldurdum ağzıma. Söyleyeceklerim bir balonmuş da içime çektiğim hava onu Ali'ye götürecekmiş gibi geldi o an. ''Ne oldu?'' Diye sordu merakla. Tekrar gülümseyip, ''Gözüm kapalıyken konuşmak komik geldi birden,'' dedim. Gözlerimi usulca aralayıp, '' Azıcık ben de baksam olmaz mı?'' Diye sordum. Zaten kıvrık olan dudakları, iyice yukarıya kıvrıldı. Yanağındaki güzel çukur öyle belirginleşti ki o an, birden yanaklarımın yerden ısıtmalı sistemi sonuna kadar açıldı. Ve panikle gözlerimi geri yumdum. O an Ali'nin cılız kahkahasını işittim. Üzerime örttüğü ceketi, yüzüme kadar çekti birden. Sımsıkı yumduğu gözlerimi, yüzüm ceketle kapandıktan sonra serbest bıraktım. O an, içimde kelebekler uçuşmasa klişe bir''kör oldum''temalı yeşilçam geyiği döndürebilirdim ama yapmadım.
İçimdeki Simyacı kelebekler, ölümsüzlük iksirini bulmuş gibiydiler son zamanlarda. Bir gün ömürleri vardı, ne kadar daha böyle devam edecekti bu? Alçak kelebekler
Acaba aşık olunca diğerleri gibi karnımda kelebek değil, sivrisinek mi uçuşuyordu benim? Olabilirdi. Çünkü ben olmak, böyle bir şeydi.
Ali, üzerimdeki ceketi yüzüme kadar çekerken Kulağımdaki kulaklık düşmüştü. "Bu şarkıyı biliyor musun?" Diye sorunca o, çaktırmadan elimi ceketin altına sokup kulaklığı kulağıma geri yerleştirdim. Yine aynı şarkıydı."Hayır, bilmiyorum. Yeni bir şarkı mı?"
"Eski."
"Hmm...''
Ali, "sözleri çok güzel, değil mi?" Aklına kazı diye dinletiyorum," deyince cevap vermeyip şarkının sözlerini duymaya çalıştım.O sırada şarkıyı söyleyen orta yaşlı, güzel sesli adama Ali de usulca eşlik etti.
''Vakit epey geç oldu. Havada biraz lodos var... sıkı giyin üşütme sakın. Bu havalarda gelme bana... Bu havalarda dönme bana...''
Yüzümün önündeki kumaş parçasına güvenip otuz iki dişimi açıkta bırakarak sırıttım o an."Sana geldiğim iki günde de geç saatlerde, değil mi?"
"Ve yağmurlu..."
''tesadüf mü?"
Yüzümdeki örtüyü ben indirdim bu defa. Vereceğin cevaptan sonra yüzünün alacağı şekli görmek istedim çünkü."değil,'' dedi hafifçe gülümseyerek. "İçimde büyüttüğüm sır öyle ketum bir herif haline getirdi ki beni, eğer öyle havalarda gelmeseydin bana... yani üzerine yağmur düşmeseydi, sen üşümeseydin... O kadar kolay pes etmezdim sanırım. O yüzden yaprak hanım..." hafifçe burnumu sıktı. "Sakın... Ne olursa olsun... Bana gelecek dahi olsan, öyle havalarda olmasın. Tamam mı?"
Ben de onun yanağını sıktım usulca. "Sen de öyle havalarda sigara içerek bekleme beni. Yoksa gelirim..."
Yıllardır hiç görmediğim kadar sıcak bir gülümseme yayıldı Ali'nin yüzüne tam o an. Elini burnumdan çekti. Aynı anda bende parmaklarımı gevşetip gamzesinin çıktığı yanağını serbest bıraktım. ''Yaprak...'' dedi yutkunup.''kendini hiçbir şey için zorlama, olur mu? İnan bana bu bile yetiyor. Hiçbir şeye mecbur değilsin. Son zamanlarda kendini çok zorladığının farkındayım. O yüzden elimden geleni yapıyorum ama yetmiyor. Ben hala aynı Ali'yim. Öncekinden farklı hiçbir şey yapmıyorum. Öncekinden farklı gülmüyorum. Öncekinden farklı...'' derken işaret parmağını yanağımda gezindirmeye başladı. ''Sadece bir şey farklı.''
''Benim bilmem mi?"
"Seni seviyorum küçük titan."
"Ben de seni..." dediğim an, ikimizde aynı anda birbirimizin gözlerini kapattık.
Ne kadar komikti halimiz. Birbirine hislerini söyledikten sonra, birbirinin gözlerine dahi bakamayan iki kişi... Arkadaştan biraz ileri, sevgiliden bir adım geri. Tam ortasında... Ama güzeldi be. Orada, sadece sevgiyi hissederek ve kendini hiçbir şeye mecbur hissetmeyerek beklemek... Sanırım, aşkın en saf haliydi.
Bir gün onu terk etsem bile, hava soğuksa bana gelme şakın diye tembih eden aşık, genç bir adam... Daha güzeli olabilir miydi ki? O an için cevap belliydi.
Geleceğimiz için cevap ise sustuklarımızda gizliydi. Ve onlar tamam demeden, biz onlara bunu söylemeye cesaret etmeden gerçek bir gelecek düşlemek bize o an için fazlaydı.
Sık sık aklımda beliren bu konuyu o an için düşünmemeye karar verdim. Çünkü üzüm tadındaki tatlı arafımızda, biraz olsun onun gülüşündeki sıcaklıkta, kalbimdeki patlayan şekerlerin erimesine ve beni daha iyi birine dönüştürmesine izin vermem gerekti.
Çünkü benim tanımımda aşk, tam da böyle bir şeydi.
******
Akşam okuldan eve döndüğümde uzun zaman sonra ilk kez odamda uzun uzun vakit geçirdim. En sevdiğim animenin bir sürü bölümü birikmişti. YouTube 'da son güncel videoları izlememiştim. Yarım bıraktığım çizgi roman, en heyecanlı yerinde kalmıştı. Keyifli keyifli, doyasıya vakit öldürdüm. Her şey tam da bıraktığım gibiydi çünkü. Sanki akışına bırakmamı bekliyorlarmış gibi...
Ara sıra bizimkilerin konuşmalarına takılıyor, bazen annemlerin yanına iniyordum. Bir gülüyor, bir kahkaha atıyordum ama asla yüzüm solmuyordu. Annem bile fark etmişti bu durumu. Hatta bana aylar sonra Barış'ı hatırlatacak soruyu bile sormuştu." Yoksa şu uzun çocuk mu?"
Odamın penceresinden dışarıyı seyrederken annemin aklıma düşürdüğü sırık oğlanı düşündüm. Beklediğimin aksine umutla hayatımdan çıkan, o günden beri sözünü tutup hiç karşıma çıkmayan sarı kafayı... Hava aylar sonra ilk kez yağmurluydu. Bunu fark eder etmez aklımdaki Barış uçucerdi. Ali'nin "Bu havalarda şakın bana gelme,"deyişiyle takas oldu. Yine aptal aptal gülmeye başladım." Ne salak bir şey şu aşk..." dedim kendi kendime. " Gerçi ben de salağım." Kaşlarım çatıldı usulca. Sanırım uzun zaman sonra ilk defa günlerden nöron savaşlarıydı." Deli deliyi görünce sopasını saklarmış... Acaba aşk da beni gördüğünde bu yüzden mi saklanıyor yıllardır?" Arkamı dönüp popomu odamdaki kalorifere yasladım. Sonra başımı kaldırıp avizeye baktım." Sen ne diyordun kız?" Diye laf attım. " Sence aşk beni görünce, 'deliye bak, ben bununla uğraşamam,' deyip kaçıyor mudur hassas yerlerime doğru?" Yapmacık bir panikle kollarımı bedenime doladım. " Amanın, ne yaparım öyle bir şey olursa?"
Kendi kendime gülerek tekrar pencereye döndüm. Perde hafif aralıktı. Yağmuru iyice göreyim diye sonuma kadar araladım. Tam o an karşı kaldırımda şemsiyeyle bekleyen birini gördüm. Kafasına kapüşonunu geçirmiş, birini bekliyordu. Yüzüme tekrar o aptal gülümseme kondu. " Bu havalarda gelme deyip sen mi geldin yoksa?"
Perdeyi hızla kapatıp aşağı koştum. Annem ayaküstü sorguya çekse de Tuna'ya ödev yapmaya gidiyorum diye yalan uydurdum ve kendimi dışarı attım. Basamakları ikiler üçer atlayıp aşağı kapıya ulaştım ama hemen açamadım kapıyı. Soluklanmak ve kendimi hazır hissetmek için biraz bekledim. Aklımdan ona ne söyleyeceğimi geçirdim.
Bana böyle havalarda gelme Ali? Böyle mi desem... Ya da neden geldiğini mi sorsam? Yoksa... Sen bana hangi havalarda gelirsen gel mi? Kafamı iki yana salladım. En iyisi neden geldiğini sormak...
Derin bir nefes alıp dış kapının kilidini açtım. Ağır demir kapı, kuş oldu sanki o an. Hemen duvara kadar dayayayıp karşı kaldırıma baktım. Ama yoktu... Bir adım dışarı çıkıp etrafa göz gezdirdim. Ama ortalıkta görünmüyordu. Şüpheyle," Yanlış mı gördüm acaba?" diye sordum kendi kendime. Arkamı dönüp içeri girmek üzereyken bir şemsiye dikkatimi çekti.
Az önce gördüğüm şemsiye kapalı bir şekilde kapının kenarına bırakılmıştı. Hiçbir şey anlamadan şemsiyeye uzandım. Islak şemsiyenin kulp kısmına bir not kağıdı sıkıştırılmıştı. Birden kalbim acıyla sıkıştı. Islanmış kağıdı çekip aldım. Panikle yazıldığı belliydi ve yazı çirkindi. Üstüne yağmur yüzünden mürekkepler yayılmıştı.

GÖRÜNMEZ ADAM OLMAK İÇİN
FAZLA UZUNUM DEĞİL Mİ?
NOT: Seni kim beklerse beklesin, şemsiyesiz çıkma dışarı.
Aptal Sırık Oğlan

Bölüm sonu...

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 04, 2019 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

4N1KWhere stories live. Discover now