Bölüm 2: Kasaba

152 6 2
                                    

(Şarkı: Ashley Serena- Lullaby Of Woe)

Soğuk ve karanlık 2 gün mağarada geçmişti, Ta ki telsize gelen sinyale kadar. Birileri onlara güneye doğru gitmelerini söylemişti. Sorgusuz suhalsiz, saat sabaha yakınken eşyalarını toplayıp, Şehit  Ahmet'in çantasındaki erzak ve envanterleri sırtlanarak mağaradan çıktılar. Fırtına yerini daha sakin bir havaya bırakmıştı. İlerlemekte zorluk çekmiyorlardı. Sis bulutları artık görüş alanınıda kapatmıyordu. Dağın yeterince yüksek kısmına gelmişlerdi. Furkan yüzbaşı çantadan dürbünü çıkardı ve ufka doğru bakmaya başladı. Civarda hiçbir hareket göremiyordu. Mehmet Yüzbaşının arkasında duruyordu ve tükenmiş bir şekilde sözlerine başladı.

- Çok yoruldum Komutanım. Kurtulmanın artık benim için hiç bir anlamı yok gibi hissediyorum. Telsiz ilede bir daha iletişime geçemedik. Bizi bırakıp gitmiş olabilirler.

Yüzbaşı Furkan cevap verdi.

-Güneye gidiyoruz asker biraz dayan. En fazla şehit oluruz.

Mehmet'in kafasında şehit denmesiyle, annesinin onu uğurlarken söylediği sözler geldi. "Ne mutlu sana oğlum, bir dava uğruna görevinde ölürsen Şehit olacaksın. Şehitliğe basit bir kelime olarak bakma sen ahirette kurtuluşa eren olacaksın." Mehmet bu sözleri hatırladıktan sonra daha iyi hissetmeye başladı.

Yüzbaşı dürbün ile etrafı izliyordu. Daha sonra dürbününü sola geldikleri yöne doğru çevirdi. Yeşil dumanın yaklaşık 8 kilometre uzaklıktan yükseldiğini görebiliyordu. Nükleer alandı. Gitmeleri gereken yer güneydi. Dürbün ile bakmaya araverip cantada pilinin tükenmekte olduğu radyasyon ölçer cihazını çıkardı. Kritik seviyenin altında olması ona bir nefes aldırdı. Dürbünü tekrar aldı. Bu kez Güneye doğru çevirdi dürbününü ufak bir sahil kasabası görüyordu. Kasaba da dumanı tüten baca vardı. Nasıl olabilir diye düşündü. Ülkenin Ege bölgesini düşman askerleri yerlebir etmişlerdi. Gözlerine inanamıyordu. Dürbünü bakması için  Mehmet'e uzattı.

-Mehmet baktığım yöne sende bir bak. Galiba ben halüsinasyon görüyorum.

Mehmet dürbünü aldı bir kaç deneme sonrasında o da Yüzbaşı gibi, bir kasaba görüyordu.

- Evet komutanım. Yaşayan bir kasaba.

Belli ki tahliye edilmemişti. Yaşam belirtisi vardı. Fazla seçenekleri olmadığı için kasabaya doğru yöneldiler. 2 saat engebeli arazide yürüdükten sonra kasabaya ulaşmışlardı.

Yaklaşık 100 haneden oluşan kasaba, denizin kara ile buluştuğu yere kurulmuştu. Sessiz sakin bir sahil kasabasına benziyordu. Balıkçılık ile geçinildiği anlaşılan kasaba halkından kimse, askerleri karşılamıştı. Kasabanın merkezinde duran binaya kadar gelen Mehmet ve Yüzbaşı bu süre içinde hiç bir canlı görememişti. Ses ve seda yoktu. Tüm evler boştu ama her şey yerli yerindeydi. Eşyaları sapasağlam duruyordu. Mehmet bu manzara karşısında daha fazla merakını koruyamadı ve komutanı durdurarak,

-Komutanım neler oluyor. Nasıl bir rüyanın içindeyiz. Sanki biraz önce herkes herşeyini burda bırakıp gitmiş gibi.

Yüzbaşı hiç bir şey demedi. Ne olup bittiğini anlayamamıştı o da. Merak ile sağına soluna bakıyordu. Kasba içinde yürümeye devam ettiler. Taki tıkırtı sesi gelen evin önüne kadar. Evin önünde durdular.

-Komutanım içerde biri olmalı. Tencereye çarpan kaşık sesleri duyuyorum.

Dedi. Furkan Yüzbaşı da o sesi duyabiliyordu. Kapıya doğru yaklaştılar. Tek katlı evin verandasındaydılar artık. Kapının tokmağı ile çok yakındılar. Meraklarını dindirebilmeleri icin sadece açmaları gerekiyordu. Onlardan önce davranıp içeriden biri açtı kapıyı.

-İçeri gelin. Bende sizi bekliyordum.

Dedi...

İçeriye girdiklarinde sıcak hava onları karşıladı. Yüzbaşı Furkan ve Mehmet şok içindeydiler. Neler oluyor diye düşünüyorlardı. Kapının önünde kalmışlardı.

-Çok yorgun görünüyorsunuz. Geçin oturun dinlenin. Sizlere güzel yemeklerde yaptım.

Dedi onaları karşılayan yaşlı kadın.

Israra dayanamayıp içeriye girdiler.

Sıcağı artık daha da iyi hissediyorlardı. Odanın içi mis gibi taze yemeklerin kokusu ile dolmuştu. İkisinin de çenesi tutulmuş gibiydi. Sadece oturup yaşlı kadının hareketlerini izliyorlardı. Kafalarındaki soruların cevabını bulmak için doğru zamanı bekliyorlardı. Bunca savaşın ortasında bu yaşlı kadının terkedilmiş kasaba da ne işi vardı? Herkes gittiyse o niye gitmemişti? Yaşlı kadın Mehmet ve Yüz başına yaklaştı;

-Hadi sofra hazır. Günlerdir boğazınızdan sıcak yemek geçmemiş gibi görünüyorsunuz.

Hemen ayağa kalktılar ve sofraya doğru yöneldiler. Çok geniş olmaya masaya oturdular. Yüzbaşı Mehmetin karşısına oturmuştu. Yaşlı kadın omlara hizmet etmek için masaya oturmamıştı. Mehmet solunda duran kadına sordu.

-Herşeyi geldiğimden beri düşünüyorum. Nasıl burdasınız ve nasıl hayatta kalmayı başarabildiniz?

-Güçsüz ve yaşlı olduğum için mi bunları söylüyorsun. Haklısında. Bu dönemde benim yaşamamam gerekiyor.

Mehmet mahçup bir şekilde Yüzbaşına bakıyordu. Yüzbaşı söze katıldı.

-Mehmet size öyle demek istemedi. Kasabadaki herkesi merak ettik biz onlar nereye gitti? Siz neden kasabada tek başınıza kaldınız?

Kadın yapmış olduğu kabak tatlısını da masaya bıraktıktan sonra soruları cevaplamaya başladı.

- Bir veya 2 hafta önce birileri geldi. Günlerin karmaşık geçmesi nedeni ile tam olarak sayamadım. Merkez üssü diye bir yerden bahsettiler bizi oraya götürmek istiyorlardı. Başka kurtulanlardan ve canavarlara dönüşmüş askerlerden bahsettiler. Ben gitmek istemedim. Benim yurdum bu kasaba bırakmakta istemedim. Ölürsemde burada ölmek isterim...

Duraksadı biraz ve soba üzerinde ısıttığı çaya doğru yönelirken konuşmasına devam etti.

-Hem bende gitmiş olsaydım siz ne yapardınız.

Çayı aldı ve masada oturan Mehmet ve Yüzbaşına getirdi.

-Bu çay size şifa verecek. Sizleri kuş gibi hafifletecek. Güvende rahat bir uyku çekeceksiniz.

Dedi ve çayı bardaklara doldurdu.

Yemek ve çaydan sonra iyice ağırlık bastırmıştı. Güven ve huzur odayı aydınlatıyordu. Sanki yaşadıkları her şey evin dışında kalmış gibiydi. Günlerce, haftalarca hatta aylarca böyle sıcak yemek ve rahat bir ortam bulamamışlardı. Kadın askerlere yatıp dinlenecekleri yeri gösterdi.  Soğuktan kemikleri iç içe geçmiş askerler rahat yataklara uzandılar. Mehmet yattığı yerden komutanına döndü ve şöyle dedi.

-Komutanım yaşlı teyze merkez üssünden bahsetti. Acaba öyle bir yer var mı? 1 yıldır cephedeydik bazı şeyler gercekten çok değişmiş. Kıyametten başka bir şey olamaz bu yaşadığımız. Savaş esnasında insan farkında olmuyor ama biz bazı şeyleri çoktan tüketmişiz.

Yüzbaşı Furkan hiçbir zaman askerlerini bu kadar yanıtsız bırakmamıştı.

-Doğru söylüyorsun asker. Bizler için yaşamak artık daha da zor. Şimdi dinlenmeliyiz.

Dedi ve duvarda duran takvime gözü ilişti. Tarih savaşın başladığı 20 mart 2025'i gösteriyordu. Yaşadıkları yorgunluk ve rahatlık ile ikisi de gözlerinin kapanmasına engel olamıyordu. Çok uzun zamandır hiç böyle hissetmemişlerdi. Temiz ve yumuşak yatakta uykuya daldılar. Ayın ve yıldızların koyu mavi karanlığı  aydınlattığı soğuk kış gecesi hiç bu kadar huzurlu, sessiz ve sakin olmamıştı onlar için.

Kıyameti Gördüm- Yeni DünyaWhere stories live. Discover now