Gülümsemesini azaltıp kollarını kavuşturdu. "Ne kadar bekleyeceğim?"

Bu sefer ben dudaklarımı büzüştürüp onu taklit edince güldü ve bu sefer o beni yalancıktan ısırmaya başladı. Ben de onun yaptığını yapıp acımış gibi sesler çıkarttım.

"Fare seni."

Yalancıktan kızmış gibi yapıp kaşlarımı çattım .Ama daha sonra dayanamadım ve o şirin burnunun üstünü öptüm.

"Birazcık beklemen gerekecek." deyip baş parmağım ile işaret parmağımı birbirine yaklaştırıp ona gülümseyerek baktım. O da benim yaptığımı yaptı.

"Bu kadarcık mı?"

"Bu kadarcık."

Bu sefer gülümsemesini büyütüp elimden tuttu. Oturduğu yerden kalktı ve onunla beraber ben de kalktım. Başını kaldırıp bana gülümseyerek baktı ve ilerlemeye başladı. Ben de gülümseyerek karşılık verdim ve adımlarımla ona uyarak ilerlemeye başladım.

"Beni nereye götürüyorsunuz prensim?" diye sorunca güldü.

"Sürpriz."

___________________

Hangi yöne gittiğimizi bilmediğim bir yolda ilerlerken,Toprak beni bir anda koşturmaya başlayınca bir an afalladım.

"Çok sıkıldım böyle. Seninle koşmayı özlemiştim."

Yüreğim içten içe yangın yerine dönse de Doruk'un üzgün halime bakıp moralinin bozulmasına izin vermeyecektim.

Kahkaha attım ve "O zaman eskisi gibi uçur beni maviş!" diye bağırdım.

O da kahkaha attı ve beni daha hızlı koşturmaya başladı.

Ne kadardır koştuk bilmiyorum ama Doruk bir anda durunca nefes alışverişlerimden ne kadar yorulduğumu fark etmiştim.

Elimi kaldırdım ve kafasına hafifçe bir tane geçirdim.

"Ne yoruyorsun maviş beni ya! Ben senin gibi genç değilim ki. Yaşlıyım ben yaşlı!"

Dalgaya vurarak şakayla karışık kızdığımda Doruk'un hiçbir tepki verdiğini görmediğimde yüzüne doğru döndüm. Eğilip boylarımızı eşit hale getirdiğimde yüzüne dikkatle baktım.

"Ne oldu birtanem?"

Üzüntüyle karışık gözlerini bana çevirince başıyla az önce baktığı yeri işaret etti. Kaşlarımı çatarak gösterdiği yere bakmak için gözlerimi arkaya çevirdiğimde bir an başım döndü ve dizlerimin üstünde duran bedenim anında yere yığıldı.

Toprak bana üzüntüyle baktıktan sonra elini yavaşça ellerimden ayırdı ve tabutun yanına doğru ilerlemeye başladı.

Gözlerimden akan bir damla yaş kumla buluştu.

Her ne kadar hareket etmeye halim olmasa da kendimi zorlayarak ayağı yavaşça kalkmayı başardım.

Kalktığım gibi elbisenin eteklerini ayağıma dolanmaması için elime aldım ve Toprak'ın arkasından koşmaya başladım.

"Toprak!"

Tabutun yanına geldi ve bana döndü.

"Görüyor musun abla? Beni çağırıyorlar."

Akmaması için tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım ve yüzümü buruşturdum.

"Hayır!" diye bağırdım.

"Hayır! Bu sefer gitmene izin vermeyeceğim miniğim."

Deli gibi bağırıp çağırıyordum.

"Seni yalnız bırakmayacağım."

"Bu sefer olmaz, hayır!"

Gözyaşlarım benden bağımsız hareket ediyor, yağmur gibi yere iniyorlardı.

O hayran olduğum gözlerini kısa bir anlığına tabuta çevirdi ve sonra yine bana döndü.

Yutkundum.

"Seni seviyorum abla."

Söylediği şeyle gözlerinden bir damla yaş akınca ağzımdan bir hıçkırık kaçtı.

Şimdi ise kimseyi önemsemeden deli gibi ağlıyordum. Bir kez daha gidecekti...

O daha minikti, ölüm yakışmazdı ki ona.

"Seni canımdan da çok seviyorum maviş." deyip burukça gülümsedim.

Gözlerimi bir anlığına kapatıp açtım.

İleriye baktığımda ne bir tabut ne de bir...

Gitmişti.

Yeniden ellerimden kayıp gitmişti.

Ayaklarım bu yorgun bedeni taşıyamadığında ruhum da bir enkaz gibi yere çöktü. Ellerimi saçlarıma daldırdım. Hala gitmiş olduğu gerçeğini kabul etmek istemiyordum. Aklımdan bir bir az önceki kesitler geçerken o tabutun yanına gelişi ve o son "Seni seviyorum abla." deyişi aklıma geldiğinde nefes alamayacak gibi olup yeniden onu kaybettiğimi anlayınca çaresizce  haykırdım.

"Toprak!"

"Hayır!"

"Hayır ablacığım, hayır!"

Ellerim onu sanki yeniden geri getirecekmiş gibi ileriye doğru atıldı, adını haykırmaya devam ettim.

"Miniğim, geri gel lütfen!"  

Ağlamaktan ve haykırmaktan başım yeniden dönmeye başlamıştı. Az önce dolduğundan akmaması için uğraştığım gözler, şimdi yerini haykırmaktan kanlanan bir çift kızıl göze bırakmıştı.

Gerçek yavaş yavaş inime işlerken dönmekten harap olan başım artık dayanamadı ve bu sefer tamamen yere yığıldım.

Artık ne ayağa kalkacak ne de tutunacak bir dalım vardı. Nefessiz,hayatsız kalmıştım. ,

Toprak aslında ruhumu da kendisiyle beraber alıp götürmüştü.

Artık kanlanan toprak gözler çaresiz, ışıksız kalmış,

kendini evrenden soyutlamıştı.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 10, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

FEVERANWhere stories live. Discover now