Giriş

93 5 2
                                    

1480 Trevne

       Yemyeşil dağlar geride kalmış, toprak daha da çoraklaşmış ve hava biraz daha soğuktu. Yerdeki çatlaklar, havadaki pus alışık olmayanların içine korku salabilirdi ama neyse ki seyahat eden bu iki insan için, ortam komik bile sayılabilirdi. Bursa'dan beri at üstündeydiler ve uzun yolun yorgunluğu hallerine yansımıştı. Pek de uyumlu olmayan bu ikili, bir amaç için birlikteydi. 

       İri yarı olan önde, kendisi gibi iri, doru bir atın üzerindeydi. Esmer yüzlü biriydi ancak hareket ettikçe teninin beyazı yakalarının arasından görünüyordu. Siyah kaşları uzun ve saçaklı, bıyıkları ise ağzının kenarlarından sarkıyordu. Belinde üzerinde yazılar olan bir kılıç vardı. Sırtında ise bir Osmanlı oku. Savaşçı olduğu her halinden belliydi ama asker gibi de görünmüyordu. Kafasının arkasından başlayıp kulağına uzanan belirgin yara izi, onun adeta eski kulağı kesiklerden olduğunu haykırıyordu. 

       Bu manzarayı sıkça seyretme fırsatı bulan ise, arkadan gelen genç bir rahipti. Boyu kısa sayılırdı ancak çelimsiz bir yapısı da yoktu. Siyah kıyafetin de etkisi ile daha terli ve daha yorgun görünüyordu. Alnı ve yanakları terden ıslanmış, derin nefesler alarak gümüş gri bir katırın üzerinde arkadan ilerliyordu.  Boynuna çapraz asılmış deri çantasının üzerinde siyah ip ile işlenmiş bir lonca deseni bulunuyordu. Mavi gözleri ufukta bir şeye takıldı.

"Bekir ağa. Burası mı? Geldik mi?" dedi rahip.
"Öyle görünüyor." dedi eski kulağı kesik.
Rahip şaşkınlıkla;
"Burada kale var mıydı?" dedi.
"Hayır Nikola. Yeni yapmış olmalılar." dedi tok sesiyle Bekir ağa.
"Aceleye getirmişler gibi pek küçük." dedi rahip.

       Haberdar oldukları ve çağrıldıkları görevden uzak bir manzara vardı karşılarında. Kriz ortamında genelde insanlar kaleye girerdi. Ama herkes dışarıdaydı ve bir tehdit de görünmüyordu. Biraz daha yaklaştıkça kaleye pek de benzemeyen bir yapıyla karşılaştılar.
"Bunun kubbesi var. Tüm köylü ve evler dışarıda. Ne yapıyor bunlar?" dedi Nikola.
"Dışarıdaki tehdit için değil de içeride olandan korunmak için gibi." dedi Bekir ağa. 

       Kale değildi bu yapı ancak kale gibi sağlam taşlardan yapılmıştı ve kısa sürede yapılacak bir yapıya benzemiyordu. Küçük ama sağlam görünen ahşap kapının önüne geldiklerinde, kapı hafif aralandı. Karşılayan yeniçeri ağası Efdal paşaydı. Kalın kaşlarını çatarken birden düzeldi. Pala bıyıkları gülüşünü daha fazla gizleyemedi. Bekir ağaya dönüp;
"Bekir ağa! Hoş geldin. Allah'ıma şükür ki seni ölmeden gördüm burada." dedi.
Sevinci coşkulu sesinden hayli belliydi. Bekir ağaya içtenlikle sarıldı. İçeriye girerken, ikilinin şaşkınlıkları giderek arttı. 

       Kubbe içeriden de hayli sağlam görünüyordu. Kubbenin ortasında, beş metre kadar yukarıda  halka şeklinde bir çıkma vardı. İkişer metre ara ile sıralanmış okçular bulunuyordu. Aşağıda ise Osmanlı askerinin pek tarzı olmayan zırhlı nökerler vardı. Meydanın tam ortasında ise kayalıklar bulunuyordu. Merdivenlerden yukarıdaki halkaya tırmandılar. Okçuların hepsi tetikte, aşağıda kalmış bu kayalara dikkat kesilmişti. Yukarıdan bakınca bu kayaların bir mağara girişi olduğu ve kayalar ile kapatıldığı belliydi. Mağara girişine vuran güneş ışığı, tavandaki son pencereden süzülüyordu. Bu, tavandaki pencerelerin saçma diziliminin güneşe göre olduğunu açıklıyordu. Günün her saatinde, farklı pencereden geçen ışığın mağara girişine düşeceği şekilde yapılmıştı. Belli ki ortamı kapatmak ama ışıksız da bırakmak istemiyorlardı. Akşama hazırlık başlamış gibiydi. Asker dışındaki herkes dışarıya çıkıyordu. Halkada sıralanmış askerlerin aralarındaki meşaleler yakıldı. 

       Efdal paşa durumu anlatma fırsatı bulamamıştı. "Bekir ağa" dedi.  "Zaten birazdan kendi gözlerinle göreceksin ama kısaca anlatayım. Buraya Kaloşvar kadısının isteği ile geldik. Mediaştan beri peşindeyiz. İlk olarak Eflak'ta görülmüş ve sadece geceleri ilerliyor. Uçar gibi ilerliyor, vallahi atlarla yetişemedik. İz sürücümüz Kâni olmasa gündüzlediği yeri bulmazdık. Sabaha karşı ya bir oyuk buluyordu ya da bir kuyu kazıp içine giriyordu. Ona yetişip yerini bulana kadar tekrar akşam oluyordu. Bu süreçte kırk askerimizi öldürdü. Beş sağlam adamımızı da kendi tarafına çekti. En son 2 hafta önce onun tarafına geçen adamlarımızla beraber sabaha karşı bu mağaraya girdiler. O gün hemen üstünü kayalarla kapattık. Zaptetmek çok zor oldu ilk zamanlar. Akşamları tekrar yelteniyorlardı. Biz de Tırnova kalesini sökerek buraya kubbe inşa ettik." dedi. 

       Efdal paşa güneş yavaş yavaş çekilirken çıkmadaki askerlere dönerek "Haydiiii!" diye bağırdı. Pencereler askerler tarafından sıkıca kapatıldı ve oklarını mağara girişine yönelttiler. Aşağıdaki zırhlı askerler iki gruba ayrıldı. Bir grup kapının önünü tutmak için ayrıldı. Diğer grup ise birbirlerine yakın durarak mağaraya yaklaştılar. Bekir ağanın suratını kireç kesen çığlıklar ve böğürmeler de bu andan itibaren başladı. Sesin gürlüğü, gelenin gücünü ve büyüklüğünü tarif eder nitelikteydi. Nikola "Bunlar ne Çerkez cadısına ne de Abaza oburlarına benziyor." dedi ve olduğu yere çömeldi. Bekir ağa Nikola'ya bakarak "Seninle ne badireler atlattık. Dur bakalım hele" dedi. Dedi demesine de, duvarlardan  toz koparan sesler bu sefer onun da yüzüne korku düşürmüştü.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jan 12, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

KORKU KRALLARI DOĞUŞWhere stories live. Discover now