"YANGIN'DAN SON ON."

En başından başla
                                    

"Bu Toprakların sayısını ezbere bilirim," diyorsun. Ben avuçlarında ki toprağı ne kadar saydığını unutmuşken. "Ben mezarlıkta yanan sebepleri bilirim." Diye devam ediyorsun. Ben her bir mezarda göz gezdirirken, senin her bir mezara avuçların değiyor. "Ben her bir yangının, sonunu bilirim." Ben bizim başlattığımız yangının ne kadar süresi kaldığını ve her bir başlangıcın sonunu dahi bilemezken. "Ben bir seni bilirim," dediğinde yutkunuyorsun. Gözlerime ölmüş bir adamın son isteği yazılan kirlenmiş bir kağıt gibi bakarken. "Bildiğim herşeyi unutturmuş, zihnim gibi benimle yaşarken öldüğumü bilirim." Gözlerini kapatıyorsun. "Bir bakmışım bildiklerim hepsi seninle sınırlıymış, ben senle başlayıp seninle bitiyormuşum da sınırlarım hepsi yine sendeymiş."

Sevgilim sen sözleri ile sen olmuş beni öldürüyorsun. Bilmez misin? öldüğümde dahi öylece içimde kalacaksın, solacaksın yangın çiçeğim.

kendi kendini öldürüyorsun da mezarıma niye çiçek koyuyorsun. Çiçeğim de sensin.

Boğazıma oturan yumruyu hiç ederek pürüzlü sesimle, başımı göğsüne yaslayıp fısıldıyorum. "Ben bir seni bilirim göğsü gökyüzüm, gözyaşı yağmurummuş." Ve sevgilim ben bunu söylediğimde gözyaşının şakaklarımdan aşağı göğsüme doğru yol aldığını hissediyorum.

Bir Adamın Göğsünde ölmüş bir kız çocuğunun, göğsüne kazılan mezarının başında ağlarken göremezdiniz.

O görüyordu.

Sevgilim etrafımızda turuncu bir ışık belirirken, gün doğuyor. Başım göğsünde sabaha denk ağlıyoruz. Kuşlar artık ötmüyor, şarkılarını bizimle paylaşmıyorlar. Kasvetli, soğuk bir havanın kuytu köşesinde yanan bir ateş gibiyiz.

Bizi söndurmeye çalışan hiç bir canlı yanmıyor, Çünkü bu bizim ateşimiz.

Başıma kondurduğun, dudaklarınla beraber aklım sende kalırken, Ayaklarımızda kalan son derman ile evimize doğru gidiyoruz. Yine elim elinde atıyor. Elimin avucunda olmasına gülümsüyorum. Artık sarı olan yaprakların hüznü çarpıyor gözlerime üzülüyorum.  Sonra geçtiğimiz yollara değiyor bakışlarımız. Bakmamayı diliyoruz.

Bu gün burada bir yetimin boynunu bükmüşler, herkes katilin peşinden gitmiş ama kimse yetime bakmamış. "Zaten," demiş yetim. "Zaten Annem de bakmamıştı, başkaları baksaydı ağlardım ve benim annem gözyaşlarımdı."

Ağlamayı istemiyordum, istemiyorduk ki. Ama ağlıyorduk.

Biliyor musun?

Çiçeklerimizi öldürmüşler.

Evimizin yolunda ezilmiş çiçeklere bakıyoruz. Elim elinde donarken, nefesimi nefesinde durduruyorum. Olduğumuz yerde kalırken, boğazımda bir bebeğin atamadığı çığlık gibi bir yumru beliriyor. Durduğumuz yerde eğiliyoruz. Çiçeklerin ne kadar süredir döküldüğünü bilmeden geç kalınmışlıkla Çiçekleri toplamaya başlıyoruz. Tırnaklarım, çiçeklerin parçaları ile doluyor, çamur olan parmaklarımı umursamıyorum.

Evimize gidene kadar ezilmiş, ölmüş çiçekleri topluyoruz. Çamura bulanarak, parmaklarımız kanaya denk.

Ağlayarak.

Konuşmuyoruz, çünkü biliyorduk herşeyi, kimse duymazdı yaralı sesimizi.

Eğer ki biz konuşmaya başlarsak, herkes sağır olana kadar susmazdık.

Sonra yolumuz bitiyor, evimize geliyoruz. Evimize bakıyoruz.

Bakamıyoruz.

Sevgilim, inan dilim yaralıdır söylerken.

Evimizi yıkmışlar.

Üzerine çiçekleri öldürmüşler.

İnanabiliyor musun? Mezarımızın üzerine mezarımızı dikmişler. Üzerinden geçmişler. Sonra gitmişler.

Adamın kalbini söküp atarsın da, içinde uyuyan kadın uykusundan ağlayarak uyanmaz mı?

Sevgilim, ziyanı yoktu ki biz birbirimize ev olurduk bu sorun değildi hiç sorun olmamıştı ki zaten olmazdı.

Lakin toprak öldüğünü, doğurur mu yeniden?

Toprak bir ölüyü, öldüğü evine bağışlar mı yeniden?

Biliyor musun? Bu.

Kaybolan çocuk evini bulmuş'da, burası senin evin değil demişler gibi bir his.

🌹

Çiçeğinizi baş ucunuzdan ayırmayın.

Altın çiçeğim.

KÜL'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin