Yirminci Bölüm

En başından başla
                                    

Sonra söz başka bir şeye döndü. Suad sadece Necib'in çok eğlendiğini anlamış olarak belirsizlik içinde daha da acılı oldu. Fakat bu kadarı da kendisine soğuk bir ihanet hissi bırakmak için yeterli değil miydi? Hâlbuki öbür gün Hacer'den öyle bilgiler aldı ki, artık hiç şüphesi kalmadı. Hacer, yanına gelip birdenbire sadece onunla meşgul olduğunu gösteren bir ciddiyetle dedi ki:

"Dün gece bizimkinden duydun a, Necib maşallah almış yürümüş..."

Suad merak ediyor görünmemek için kendini zorladı. Fakat Hacer anlatmak için teşvike muhtaç değildi. O zaman Necib'in bir aktrisin arkasında gezdiğini, onun için birçok fedakârlıklar, delilikler ettiği hâlde sonunda yanında alıkoymayı başardığı bir gece yemekte sızdığı için onu lokantada bırakıp karının başka biriyle kaçtığını, her gece de onu hep öyle yerlerde ve sarhoş gördüklerini anlatıyordu. Ve o anlatırken Suad inanmamak, savunmakla beraber kendinden uzakta, başka bir kadın için bu kadar hakarete uğradığı için Necib adına acı çekiyor ve bir aşağılanma hissederek eziliyordu.

Sonra birden isyan etti. Bu üzüntüsüne kızdı. "Neden? Niçin? Bana ne?" dedi. Artık bu işten sonra aralarında hiçbir bağ görmediği hâlde bu adamı hâlâ niçin düşündüğünü anlamak istiyordu. O, ilk zorluklarda direnemeyerek sadece yine eski zevk âlemine dalmıştı. Şu kadar ki: Şimdiye kadar kibar bir şekilde yaşarken bu sefer usluca geçen bir yazın telaş ve intikamıyla bunda aşırılık gösteriyor, yahut her vakit böyle davrandığı hâlde yalnız bu sefer haberleri oluyordu. "Zaten onlar o hayata, o kadınlara alışmışlar... Şimdi artık memnun olmalıdır." diyordu. Hâlbuki o hayattan nasıl gönlü tok görünür, o kadınları ne kadar aşağılardı. Demek onlar yalandı. Demek o da yalandı. O kadar bugün böyle, yarın böyle hissediyor, o da herkes gibi sahte yaşıyordu? Hâlbuki Suad, onu ne kadar içten ve ciddi bellemişti. Ve onun da aldattığını görünce "Zaten hep öyle, hep... Hiç kimse yok..." diye suçluyordu. Hayatın o kadar ıstıraplı olduğu fenalıkları arasında bir aşk var diye ruhunun bütün arzusu ile ona sarılmışken ondan da böyle aşağılama, uzaklaştırma görmesi o kadar acı geliyordu ki, bu emellerinin sönmesi içinde tekrar: "Ah eylül!.. Eylül!.. Hayatın mutluluğunu bilmemekte, anlamamakta... Hâlbuki onu yaşayıp bilmemek mümkün değil... Bir kere eylül geldi mi? Boş... Hiçbir ümit..." diye inliyor ve önündeki hayatını uzun, renksiz, yorgun günlerle dopdolu görerek sabır ve tahammüle gücünün yetmeyeceğini sanıyordu.

Elinde aşkının kırık oyuncak gibi perişan oluşu onu pek kahrediyordu. Şimdi artık her şeyi unutmak, onu kovmak istiyordu. Mademki o da yalandı. Artık değil unutmak nefret bile ediyordu. Ah, hâlbuki ne kadar sevmişti, değil mi? Özellikle ne kadar aldanarak nasıl seviliyorum sanmıştı ve ilk fırsatta bunun nasıl gülünç olduğunu, ne yakıcı bir şekilde anlamış, ne acı, ne aşağılık şekilde, ne alçakça anlamıştı... Sadece bir mevsimlik, işte onun tesiri, güzelliği ve cazibesi... Ve bu an mutluluktan yararlanamayarak bütün kalbiyle köle olup ve hilelerle, kıskançlıklarla onu elinde tutmayı ve korumayı düşünemeyerek içten, doğru bir aşkla sevmiş ve bunu göstermişti. Ne kadar ateşle sever ve ne kadar gösterirsem o kadar mutlu ederim diye düşünmüş onu mutlu etmekten, mutlu görmekten başka hiçbir şeye önem vermemişti. "Fakat işte pişmanlık... İşte ders!" diyordu.

"Pişmanlık mı, niçin? Ders mi, artık ne fayda!" diye omuzlarını kaldırıyordu. Mademki Necib o kadar hafif ve vefasızdı. Hiç pişman olmuyor, tam tersine memnun oluyordu. Hem böyle küçük bir tecrübeyle bu felâketten böyle sağlam kurtuluşuna şükrediyor. "Ya inansaydım, ya büsbütün inansaydım..." diye titriyordu. Hâlbuki neler ummuş, onun ateşli sesinden ne teklifler beklemiş ve buna ne kadar candan razı olmaya hazırlanmıştı!

Bunu düşündükçe, hor ve alçalmış bir şekilde, boynunu bükerek: "Of aman!" diye feryat edecek kadar acı çekiyordu. Bu düşüncelerden, bu derin alçaklık duygusundan, bu ruh acılığından kurtulmak için ölüyordu. Artık düşünmemek, artık unutmak, o zamanları yaşamamış olmak istiyor, bunun uzun müddet mümkün olmayacağını, böyle birden sönüveren aşkının üzüntülerinin, hatta böyle bir kelime af istenilmeksizin, özür dilemeksizin bırakılıp terk edilmenin, bu ayrılığın, ne olsa mutlak bir müddet süreceğini bilmek acısıyla sürükleniyordu.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin