On Sekizinci Bölüm

En başından başla
                                    

Evet, niçin itiraf etmemeli? Bu her yönden katlanılmaz hayatında sefaletlerine biricik çârenin, hepsini, her şeyi bırakıp gitmek olduğunu, büsbütün onun olmayınca rahat etmenin mümkün olmadığını uzak ve imkânsız bir rüyayı düşünenler gibi gizli gizli görüyordu. Fakat bunun imkânsız olduğunu da hemen, belki onu düşünürken beraber hissetmekten doğan ümitsizlik ve tembellikle artık ölümden başka bir şeye sığınma kalmadığını anlıyordu. Bu her şeyi bırakıp gitmek, önce delilik diye kabul ettiği bu kuruntu, tekrar düşüne düşüne alışıp artık bütün saatlerini işgal ediyor, bazen pek kolay bir hareketmiş gibi öncesini ve zorluğunu unutup sadece mutlu ve rahat hayatlarını düşünmeye sevk ederek mutlu ederken bir an oluyordu ki, fikren aştığı mesafelerden ürküyor ona değil hayata geçirilmesi, düşünülmesi bile korkunç acı, bir ihanet gibi geliyordu. O zaman içinde bir yara açılıyor, bir yakıcılık hissediyordu. Herkesin, dünyanın nefret etmesini, ailesinin babasının adını ve namusunu lekelemeyi göze alacak kadar kuvvet bulduğu oluyor, bu ikiyüzlü ve kötü insanların yalnız sözde kalan böyle değerlerini küçümsüyordu. Böyle olmakla beraber bu işte ona imkânsız görünen bir taraf, bir uğursuzluk vardı. Onu asıl düşündüren Necib'in içtenlik ve ciddiyeti ve bundan emin olmak ihtimali de yoktu. "İnsan eminim zannettiği şeylerde o kadar çok yanılır ki..." diyordu. Hem Necib, bu büyük fedakârlığı yapacak kadar kendini seviyor muydu? Eğer şimdi o kadar seviyorsa bile bu kuvvet ve gençlik sonra da devam edebilecek miydi? Çünkü bir gün onu üzüntülü ve pişman görmekten, ölmek daha iyi geliyordu. Bundan sonra acaba bu yapılsa bile rahat ve geniş ömür sürebilecekler mi, herkesin haklarında düşünecekleri, özellikle o kadar hakaretten dolayı hayatları zehirlenemeyecek miydi? İkisi de, birbirine bakıp geçmişi düşünmekten kendilerini alamayacak kadar içten, alıngan olunca bu hayat mümkün müydü? Daha bir ay önce, bu kadar onarılması imkânsız bir şey yapılmadığı hâlde de, henüz başlangıcın öncesinde birbirleri için, böyle şeyler için acı duymamışlar mıydı?

Daha bu dereceye gelmeden, daha ilk değerlendirmelerinde ümitsiz oluyor, özellikle Necib'i Hacer'in karşısında öyle gördükçe, onun ciddiyetinden şüphe ederek ümitsizliği çoğalıyor, o zaman başı bu ağırlıklar altında zayıf, karmakarışık, ıstıraplı, hep çaresizlikler arasında dirençsiz kalarak, ne tarafa dönse bir uçurum görerek: "Ah kötü, bu işte bir uğursuzluk var. Hiçbir şey yapmak mümkün değil!" diyordu. Yalnız her şeyden vazgeçip yine eski hayatına gömülmek isteyerek kalıveriyordu. Her şeyi unutup, unutmaya çalışıp: "O bir rüya idi, geçti..." diye bundan sonra hayatına herkes gibi katlanmak, o geçen birkaç aylık mutluluğun böyle birden ve sonsuza kadar sönüvermiş görmek ayrılığına hazırlanmak gerektiğini görüyordu. Ve kendi kendine bu yakıcı zorunluluğu düşünürken isyan eden kalbine karşı uzak bir ses vardı ki en akıllıca olanın bu olduğunu hatırlattığı oluyordu. Bu pek gizli, yok olması pek hızlı olan bir şeydi, belki imkânsızlıkla ümitsizlikten geliyor, kuvvet bulmak için kabul olunuyordu. Fakat hissediyordu ki, Necib o hüzünlü gözleriyle gelse, o ateşli sesiyle: "Hayır, Suad, sen burada böyle ölmeyeceksin, ben sensiz yaşayamıyorum. Seni götüreceğim; gelirsin değil mi, benimle gelirsin değil mi?" deseydi, hepsini, evet her şeyi unutabilecekti. O kadar çılgın, o kadar zayıf olduğu dakikalardı. Onun sesine, onun bu teklifine o kadar tutkun ve hasretti. Öyle zamanlarda geleceği düşünse bile bir kere büsbütün onun olduktan sonra ilk felâketinde ölmek imkânı, kendisini inandırıyor ve yatıştırıyordu. Sonra "Hep rüya, hep çılgınlık! Uyanmalı..." diyor, Necib hiçbir zaman bu kadar fedakârlık yapacak derecede kendini sevmiyor gibi geliyordu.

Yine böyle bir anda, böyle ümitsizliğin altında ezildiği bir sabah, Süreyya yeni gitmiş, o eline okumak için gazeteyi almış fakat gözleri kafesin arasında dalıp kalmıştı. Arkasından kapının açıldığını işitti. "Hacer'dir..." diye düşünüyordu fakat Necib'in sesini duyunca sıçradı. O: "Maşallah..." diye giriverdi. Gayet büyük korkuların verdiği şiddetli kalp çarpıntılarıyla düşünmeden bir aşk heyecanı karışmıştı. Necib'i yine o mutlu zamanları, yalnız birbirleri için yaşadıkları zamanları hatırlatan o derin sevgi bakışıyla bulunca bütün şüphelerin, kırgınlıkların bittiğini gördü.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin