"Çıkmamı ister misin?" diye fısıldadı. Bilinçsizce başımı salladım ama bunu gerçekten istiyor muydum? Korku beni hala terk etmemişti. Cansız bedenine baktığımda, bunun hayatım boyunca görmeye dayanamayacağım bir şey olduğunu biliyordum. Görmek zorunda da değildim. Buraya hangi mecburiyetle, hangi vicdani dürtüyle girmiştim bilmiyordum ama bir an arkamı dönüp sessizce soluklandım. Onu öyle görmek istemiyordum. Onu öyle hatırlamak istemiyordum. Bunu olabildiğince, elimden geldiği kadar uzun süre inkar etmek istiyordum.

"Hemen kapının önünde olacağım. Çıkmak istediğinde iki kere tıklaman yeterli, tamam mı?"

Ardından adımlarının tok sesini ve kapının gıcırtısını duydum. Odanın içine sinsi bir sessizlik sızdı. Neyi duymak istersem duyabilirdim. Şeytanları dinlemek istersem hemen omzumda soluklanıyorlardı, kendimi duymak istersem tek yapmam gereken gözlerimi kapamaktı. Ama ben sadece onun sesini duymak istiyordum. Hafif mayışık, harfleri yutan sarhoş sesini duymak istiyordum. Uykusunu bastıramadığında bir kedi mırıltısı gibi bilerek çok sessiz konuşmasını duymak istiyordum. Şarkı söylerken sanki yoruluyor gibi kesik kesik mırıldanmasını duymak istiyordum.

Bunu kabul edemezdim. Bir yolu olmalıydı. Kumar oynamam gerekiyorsa, her şeyi kaybetmeyi göze alırdım. Bir yolu olmalıydı. "Tanrım," diye mırıldandım. "Senden başka yardım edebilecek kimseyi tanımıyorum."

Ancak Tanrı'nın o uzun sessizlikte bana verdiği tek şey, Zayn'e son kez dokunabilmem için biraz daha zaman oldu. Elimle elini kavradım. Çıplak göğsüne dokundum. Kolu, karnı, burnu... Belki her gün öylesine dokunduğum, yanından geçerken çarptığım, dokunurken hiçbir şey hissetmediğim her hücresine şimdi bir daha dokunamayacağımı kabul etmem gerekiyordu. Şimdi onu ezberlesem bile, ne kadarını aklımda tutabilecektim? Benden gidiyordu. Sonsuza kadar. Bu lanet şeyin bir çaresi yoktu... Deliriyordum.

Uzanıp boynunun diğer tarafını, yarasının olmadığı kısmı öptüm. Kokusunu içime çekmeye ve en azından onu bir kelimeyle aklıma kazımaya, unutsam bile bir kelime sayesinde hatırlamaya çalışıyordum. Sonra omzuna da dudaklarımı bastırıp gözyaşlarımın koluna düşmesine izin verdim. Uzun dolabın üzerine uzanmış, alnımı tenine yaslamış ağlıyordum. O anı hissetmek zordu. Oradaydım ama sanki hepsi bir sanrıdan, öbür sabah unutacağım bir rüyadan ibaretti. Sanki kokusu, adı, teni, hepsi yüzyıllar önce bir yazarın kaleminden dökülmüş kelimelerden ibaretti ve ben her nasıl olacaksa, yarın sabah yaşamaya devam edecektim.

Sessizce, nefes bile vermeden ağlıyordum. Tüm hava ve tüm yaşlar kafamın içinde birikmişti. Kıpkırmızı kesilmiştim. Nefes alamıyordum. Sonra saçlarıma doğru bir nefes vurunca gerçekten dudaklarımı ve burnumu tıkadım, gözlerimi açtım. Kendimi hafifçe geri çekince saçlarıma çarpan nefes bu sefer yüzüme doğru esti. Kirpikleri hafifçe titreşti. Çatlamış bir toprak gibi kupkuru gözüken dudakları aralanmaya çalıştı ama öyle birbirine tutunmuşlardı ki yüzünü buruşturup bunun için tekrar çabalamak zorunda kaldı. Diliyle dudağını ıslatınca hafifçe siyah, kömür karası gözlerinin aralandığını gördüm. Kulağıma hülya gibi bir ses çalındı: "Su."

Yer ayaklarımın altından kaydı. Birkaç adım sendeleyip morgun soğuk taşlarının üzerine düştüm. Kalbim göğsümü dövüyor, nabzım kulaklarımda yankılanıyordu. Parmaklarım buz kesmişti. Derin derin nefesler almaya çalışıyordum ama bunu ne zaman denesem kaburgalarım adeta kırık kemik parçaları gibi karnıma batıyorlardı.

Zayn bacaklarını sallandırdı. Çıplaktı, üzerine bakınca memnuniyetsizce beyaz örtüyü beline çekti. Sürekli dudaklarını yalayarak susuzluğunu gidermeye çalışıyor, etrafına bakınarak nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onun ne kadar kafası karışıksa, bende o kadar darmaduman olmuştum.

"Bana su bul, Thea." Yutkunurken canı acıyor gibi gözüküyordu. "Lütfen."

Elini boğazına atıp öksürdü. Bir şey algılarını rahatsız etmiş olacak ki, elini çektiğinde parmaklarının ucundaki kana, boğazındaki yaranın izlerine bakıyordu. Kaşları yavaşça çatıldı. Sonra başını korkarak karnına, kesik yaralarına doğru çevirdi. Eli yaranın üzerinde gezinirken gözlerini bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi kapatıyor, yarayı hatırlamaya çalışıyordu. Sonra birden acı dolu bir tıslamayla iki büklüm kaldı.

"Florin!" Haykırdım. "Florin yardım et!"

Zayn acıdan dizlerinin üzerine çöküp boylarımızı eşitleyince avuç ayalarımı gözlerime kapadım. Göz yaşlarım kurumuş kan damlalarının üzerine kapandı. Gözyaşı ve kan: Bir hayatı avuçlarımda tutuyordum.

Bir kilit sesi duydum. Telaşlı ve şiddetli birkaç adım sesi kulaklarıma vardı. Gözlerimi açıp yaşları kollarıma sürünce nihayet etrafı görebildim. Florin ile birbirimize baktık. Düştüğüm yerden tutunarak zar zor kalkınca başımı çevirip morgun küçük, insan geçmez camına baktım. Cam kırıkları yere dökülmüştü, sert bir rüzgar içeri sızıyordu.

Soğuk odada ikimizden başkası yoktu.

THREE || zmWhere stories live. Discover now