"Yarın evde kalıp dinlenmelisin, sonra izin alıp işlerde sana yardım edeceğim, tamam mı?" 

Vitesteki elini kaldırıp öptüm. "Gidince hemen uyursun."

"Bir şey oldu galiba." Elini nazikçe kendine çekip vitesle oynadı ve arabayı yavaşça durdurdu. Aynadan arkasını kontrol ettikten sonra camdan kafasını uzatıp geri baktı, kimseyi göremeyince hafif bir telaşla kemerini çözdü. Telefonu çıkarıp Sophia'yı aradım. Telefonu çekmiyordu. Diğer çocukları da teker teker çaldırdığım da Zayn beklemek yerine arabadan çıkıp etrafa bakındı.Kapımı hafifçe açıp gelmelerini beklerken aramaya devam ettim. Bir kez telefon açıldıysa da cızırtılardan fazlası gelmedi. İşe yaramaz telefonu koltuğun üzerine fırlatıp dışarı çıktım. Yağmur durmuştu. Arabanın içerisindeyken her ne kadar dışarısı soğuk ve ürkünç gözükse de, araba farlarının aydınlattığı ıslak yol şimdi hiç korkutucu gelmiyordu. Baş edemeyeceğim kadar soğuk yoktu. Üstelik eve çok yaklaştığımızı, kasabanın çıkışındaki şehir yolunda olduğumuzu bildiğim için tanıdık yerler beni rahatlatıyordu.

"Eve geçelim, vardıkları zaman bizi ararlar."

Başını iki yana salladı. Gözleri hayalet gibi ağaçların arasında dolaşıyordu.

"Zayn yanlış yola sapmaları imkansız, sende biliyorsun. Bundan on beş dakika öncesine kadar hiç bir yol sapağı yok. Birazdan yetişirler."

Tekrar başını hafifçe salladı. Saniyenin yarısı kadar bir süre bana cevap vermeye tenezzül ettikten sonra, arabanın arkasında kalan yola doğru ilerledi. Kapıyı öfkeyle çarptım. Sesi duyunca bir an bana dönüp baktı ama bu bile onu durdurmaya yetmedi. Birkaç metre daha ilerledikten sonra yolda mırıltıyı andıran sesi yankılandı. "İleride biri var."

Görebilmek için biraz ilerleyip seslendim. "Noah! Buradayız!"

"Noah değil," diye mırıldandı. Yanına kadar ilerlediğimde bir an bana döndü. "Araba yok. Bir yaya. Gidip neyi var diye kontrol edeceğim. Her ihtimale karşılık arabaya dönüp silahını al!"

O saniyelerde korku sahibine sadık bir köpek gibi yüzümü yaladı. Geceye gökten bir soğuğun uyarı gibi indiğini duydum. Bir şimşek canlanıp yeryüzünü aydınlattı. Tekrar karanlık canlanınca, araba farlarının önüne doğru bir sis yükseldiğini gördüm. Kim bilir içinde neler saklıyordu: Hortuma yakalanmış gibi etrafıma dönünce hiçbir şey göremez oldum. Sis içine çekiyordu. Zamanla sesler, görüntüler ve tüm soğukkanlılığım sise kapıldı, gecenin ortasında yalnız kaldım.

Arabadan kulağımı yakan bir cızırtı yükseldi. O kadar yüksekti ki koşar adımlarla arabaya ilerledim, kolumu açık camdan içeri sokup radyoyu kapadım. Aynı telefon gibi radyoda çekmiyordu. Çocukları bir kez daha aramaya yeltendiğimde başarısızlıkla telefonu bırakmak zorunda kaldım. Silahımı çıkarıp belime sokuşturmuştum ki buna gerek kalmadı, tekrar elimle kavrayıp tetiğe sarıldım. Radyo tekrar bağırdı. Ya düğme bozulmuştu ve söz dinlemiyordu, ya da biri bizimle oyun oynuyordu.

Sesleri duymaya çalıştım. Yolun bir yanı ağaçlarla kaplı bir uçurum, bir yanı da dağlıktı. Tepeden küçük kayalar yola doğru düşüyordu. Etrafıma dikkat kesilmediğim için bunu ilk kez duyunca bakışlarımı tepeye çevirdim. Korku, omuzumdaydı. Ne tarafa dönsem, adımlarım nereye ilerlese, başımı nereye çevirsem o da beni takip ediyor, eliyle yavaşça omzumu dürtüyordu.

Bir an Tanrı şemsiyesini üzerimizden çekti. Hafif bir yağmur asfalta vurunca sis de tiyatro perdeleri gibi yavaşça göğe yükselmeye başladı.

Yağmur sesleri saklıyordu. Hiçbir şey duyamıyor ve hiçbir şey anlayamıyordum. Silahımdan medet umarak hızlı birkaç adımla Zayn'in görünmez izlerini takip ettim. Yolun öte yanında hiç ışık yoktu. Karanlıkta garip, iğrenç sesler yankılanıyordu. Yaklaştıkça güçlendiler. Sanki bir köpeğin hırıltılarıydı. Siluetlerini yol kenarında, bir ağacın dibinde görünce ilk dikkatimi çeken adamın ağzından akan devasa salyaları oldu. Silahımı kaldırıp sessiz bir adım attım. Tamamen insan gibi görünen bu siluet, yolun diğer tarafından güçlü bir ışık yanınca şekillendi. Bir an sonra ona tekrar baktığımda bir canavar görüyordum. Bir hayvandı. Kulakları hafifçe uzun, sivri bir yaratıktı. Normal insanlar gibi bir burnu, normal insanlar gibi gözleri vardı. İki buz sarkıtını andıran soğuk gözlerinin etrafına kömür sürmüş gibi, mavileri karanlığın içinde balkıyordu. Ağzından kana karışmış salyaları yerde yatan adamın gömleğine damlıyordu.

Bir an ağzını açınca iki dudağının arasından iki uçlu bir yılan dili fırladı.

Dizlerimin üzerine düştüm. Tanrı bana verdiği tüm yetileri geri aldı. Elimdeki silahı ararken kendimi zar zor buldum. Tetiği sıkıca kavrayıp hayvana doğrulttuğum da gözlerim yerde uzanan adama takıldı. Üzerindeki beyaz tişört yırtılmış, kana bulanmıştı. Zayıf gövdesindeki derin yaralar iki parça olmuş kumaşın arasından parlıyordu. Dudaklarım sımsıkı birbirine kenetlenmişti ama bir an nefeslerim öyle güçlü geldi ki ağzımın zorla aralandığını, havanın dışarıya bir ruh gibi yükseldiğini gördüm. Sanki karnım kanıyor gibi tarif edilemez bir acıyı ve ateşi tam karın boşluğumda duyuyordum. Bakışlarımı her ne kadar yukarı ittirsem, bu tanıdık bedenin, kana bulanmış sakallarının, kurumuş dudakların, ölü tenin benim Zayn'ime ait olduğunu kabul edemiyordum.

Elimi zorla, sanki bir askeri hizaya getirmeye çalışır gibi ardı arkası kesilmez emirlerle, adeta ittirerek havaya kaldırdım. Nereye nişan aldığımı bilmiyordum ama yaratık hemen önümdeydi. Arkasını dönmüş yürüyordu. Ona doğru silahı ateşledim. Bir an adımları yavaşladı ama tekrar aynı tempoyla, ayaklarının altını yere sürterek yürümeye devam etti. Onu göremeyene kadar dört kez daha ateş ettim.

Dizlerimin üzerine sürüklenip onun yanına gidince her şey daha da netleşti. Yarası çok net gözüküyordu. Nereden geldiğini bilmediğim bir ışık olduğu için aldığı darbeleri görebiliyordum. Bir an ilk yardımda öğrendiğim her şeyi hatırlamak için hafızamı ittirdim. Üzerindeki yırtık tişörtü çekip kollarından sıyırdım, hıçkırıklarımın hareketlerimi yavaşlatmasına izin vermeden kendi üzerimdeki ince kazağı çıkardım, ardından bir bez gibi katladım. Yarasının üzerine kazağı bastırıp, kazağın kollarını belinin etrafından sıkıştırdığım da kanaması kumaşın etrafından sızmayı kesti.

Kulaklarıma yine köpek hırlamasına benzer bir ses çalınıyordu ama bu sefer bana aitti. Kafamı koymuş, çoktan hareketlerini kesmiş göğsünün üzerinde ağlıyordum. Boğazımdan ne sesler, ne de hıçkırıklar geçmiyordu; kötü huylu bir tümör gibi acı da boğazımda büyümeye devam ediyordu. Göz yaşları gözümü terk edip tenini, yüzünü bu kadar yakından görebildiğim de sustum. Gözüm boynundaki bir diğer yaraya takıldı. Onu şimdiye kadar görmemiş, fark etmemiştim. Kanamıyordu ama teni kazınmış gibi sadece kan gözüküyordu. Uzun ve kalın bir çizgi gibiydi. Boynuna biraz daha yaklaşınca kanın üzerinden akan, kalın bir tabaka halindeki salyaları gördüm.

Biri beni çekiştirdi. O zaman sesler geri döndü. Uzaktaki ışığın arkadaşlarıma ait arabanın farları olduğunu fark ettim. Başımda Noah dikiliyordu. Dehşete düşmüştü. Beni çekiştirip götürmeye çalıştı ama onu itip silahı ona doğrulttum. "Bırak beni!"

"Gitmemiz lazım, Thea!"

"Ambulans çağır," diye haykırdım onu ittirerek. Sophia üç metre ötemizde durmuş, adeta bir heykel gibi hareketsizce bizi izliyordu. Silahımda mermi kalmış olmasa bile onlara ateş etmek istiyordum. Böyle iğrenç davranabildikleri, böyle bencil oldukları için tüm mermilerimi onlara harcamak istiyordum. Noah hareket etmeyince tekrar bağırdım. "Ambulans çağır!"

Tek dizinin üzerine çöküp başımı elleri arasına aldı, fısıltıyla ve teker teker bir şeyler geveledi. "Her an geri gelebilir, burada durmamız çok tehlikeli. Bizimle arabaya gel. Ambulansı ararız ve gelip onu kontrol ederler, tamam mı? O ölmüş, Thea. Acilen buradan gitmemiz lazım."

Birden ağlamayı bıraktım. O ölmüştü. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Onu tedavi edemeyeceklerdi. Noah'ı ittirip o arabaya geri dönerken, Sophia'yi de peşinde sürüklerken kafamı kaldırıp bakmadım. Bir süre sonra ışık uzaklaştı. Küçüldükten hemen sonra gözlerimi açmama engel olarak yaklaştı ve yanımızdan geçip uzaklaştı. Karanlıkta zar zor seçerek yerde uzanan elini buldum. Avuçlarımın arasında tuttuğum teni buz gibiydi. Üzerine sarılıp, gövdesini bir battaniye gibi örttüm.

Öldükten sonra bir süre vücudun hala hissedip hissetmediğini bilim açıklayamıyordu. Şayet hissediyorsa, onun üşümesini istemiyordum.

THREE || zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin