"YANGIN'DAN SON ON BİR."

En başından başla
                                    

"Evet," diyorsun. Parkta oyanayan çocuklara bakarken, "Nasıl da güzeller." Gülümsüyorum. Durduğumuz yerden hareket ediyorum seni, dönme dolabın olduğu yöne doğru çekiştiriyorum.

Benimle hareket eden parmak uçlarında, bir şehrin kuşlarını misafir ettim bilmiyorsun.

Beraber dönme dolabın sert koltuklarına oturuyoruz.

Gökyüzü bu gün bizi misafir ediyor. Yukarı çıkmakdan her zaman kormuşumdur ama sen yanımdayken, korktuğumu hissetmiyorum. Avuçların avuçlarıma kapanıyor, kuşlar ile yan yana gelene dek havalanıyoruz. Başımı geriye atıyorum, kollarımı sana kadar açıyorum. Sonsuza kadar. Başını geriye atıyorsun. Kollarını açıyorsun, sonsuzluğuna kadar.

Hırıltılı nefesini duymayı istiyorum. Bunu yaparken, kendi nefesimi duymayı istemiyorum. Nefesimi tutuyorum, nefesini duyuyorum. Gökyüzünden kül yağana dek, nefesini sayacağım.

"Sevgilim gökyüzü bizi kabul eder mi?" Diye soruyorum. Rüzgar yüzüme dokunurken, saçlarım uçuşuyor o an saçlarımı kokladığını hissediyorum. İçine aldığın nefesin, senin çiçeğinin kül'ü olduğunu bilmeden. Konuşuyorsun. "Kabul eder," diyorsun. Buna hâlâ inanmazken devam ediyorsun. "Her yangın su ile söndürülür yağmur bizi söndürmüyor." Diyorsun merak ediyorum. "Neden?" Diye soruyorum. Söylüyorsun. "Çünkü biz yangınımız da çocuklar biriktirdik. Çocuklar kahkahalarını gökyüzüne bağışlarlar. Gökyüzü kimseye ihanet etmez küçüğüm." Gülümsüyorum. Canıma sen kala geçiyorum, zihninin sokaklarından.

Çocuğum sen avuçlarını kapat, anneni ağlatma.

Beraber parktan çıkmayı istiyoruz, adımlarımız çıkışa üç kala bir çocuğun sesini duyuyoruz. Bakışlarımız aynı anda sırtımızda duruyor. Bir çocuğun kaldırımda ağladığını görüyoruz.

Gökyüzü kül yağdıracak, çocuk hevesin ağlar.

Bir yapboz parçasının Dağılışı gibi, bulutların bir araya gelmesini izliyorum. Ayaklarım canıma denk düştüğünde, yanına gitmeyi diliyorum. Gidiyorum. Gidiyoruz. Sen dizinin üzerinde çöküyorsun, bir avuç için çocuğun yüzüne dokunuyor. Çocuk yüzünü kaldırıyor. Gözlerine bakıyor, bir yaş gözlerinden senin avuçlarına düşüyor. Kurak bir ıslaklık bu.

Öyle bir kurak bir yaş ki bu, çölleri çürütür.

"Ağladığına inanmayı istemiyorum." Diyorsun. Küçük çocuğun boncuk gözlerinden bir yaş daha düşüyor sen bunu söylediğinde. Çocuğun boğazını temizlediğini görüyorum. Konuşmaya başlıyor "Ağladığıma inandırmayı istemiyorum." Dediğini duyuyorum cılız nefesinin bir cellatın elinde olduğunu düşünürken, tekrar konuşuyor. "Ama hayat istediklerimi değil, isteklerini yaşatıyor. Ben ağlarken, aslında büyüyorum." Bir kez daha tökezleyen bir nefes alıyor küçük çocuk. "Ben büyümek istemiyorum."

Büyümeyi hiç istemiyor, çünkü ona çocuk olmayı hiç öğretmemişler. Büyümeyi kendi öğrenmiş.

Dayanamıyorum. Dizlerimin üzerine çöküyorum, dizlerim çocuğun dizine değiyor kıbırdamıyorum ama konuşuyorum. "Biliyor musun? Biz hep çocuğuz." Diyorum. Gözlerinden geçen o şaşkınlığı görüyorum. "Nasıl," diye soruyor, cevaplıyorum. "Zihnimizde hep dönüp duran bir çocuk varken, adımların aklına tökezler küçüğüm." Diyorum. Beni anladığını anlamak için tekrar söylüyorum. "Sen sende ki çocuğu hep hatırlayıp yaşatırsan, sende ki çocuk hep seni büyütür çocukça. Anılar daima yaşatır."

Gülümsüyor, gözleri parlıyor. Avuçlarını alıp yüzüne götürüyor, yaşlarını siliyor. "O zaman," diyor küçük çocuk. "Çocukluğum hep çocuk kalacaksa, bedenim yetişkin olsa da ben hep çocuğum. Çünkü anılar daima yaşatır." Sonra yanağıma bir öpücük konduruyor, seninde öyle. Ayağa kalkıyoruz, adımların yine bana denk düşüyor.

"Biliyor musun?" Diyorsun. Evimize doğru giderken, sen bunu söylediğin an bildiklerimi sorguluyorum. "Neyi?" Diye soruyorum. "Çocukların her şeyi çabuk unutup, çabuk hatırlayacağını." Sen bunu söylerken aslında bunu bildiğimi farkediyorum. "Evet," diyorum. Zihnime unutulan fotoğraflar ilişince endişe ile konuşmaya başlıyorum. "Bazı çocukluklarımı unutmuşum ama bu seni hatırlayınca geçiyor. Hepsini hatırlıyorum" diyorum. Sonra ekliyorum. "Hafızam seni çabuk hatırlayacak kadar kuvvetli olsa da, seni unutabilecek kadar çocuk değil galiba." Diyorum. Aslında içimde ki çocuk duvarlarıma vurduğu an da söylüyorum bunu.

Derin bir nefes alırken, gözlerin gözlerime dokunuyor, bir meleğin kanatlarının çırpınış sesini duyuyorum. "Sana bir şey söylemek istiyorum," diyorsun. Bunu dediğinde aslında çırpındığını görüyorum. Devam ediyorsun. "Aslında sana hep bir şey söylemek isterim, sanırım konumuz bu değil ama söyleyeyim mi?" Diyorsun. İzin alıyorsun ama yürüdüğün yerde duruyorsun. "Nice zamandır içimde ki çocuğa ulaşamıyorum, bu sorun değildi ta ki," diyorsun. Nefesin tıkanıyor duruyorsun. Sen bunu yapdığında nefesimi sana bırakmak, sana nefeslenmek istiyorum. Durmuyorsun, devam ediyorsun. "Ben sanırım unutuyorum. Biliyor musun? Senin kirpiklerini sayamadım. Gözlerin gözlerini örtmüştü aslında kirpiğinin sayısını ezbere bilirim hep ama," elini kalbine bırakıp, "Ah," diyorsun. "Ben sayarken, tam iki kere takıldım. Unuttum demeyeceğim, bunu söylersem ağlarım." Diyorsun. Nefesine tökezlerken, kalbimin sıkıştığıni görmeden "Ama sayamadım işte, sayısını unuttum. Ama şimdi hatırlıyorum." Bunu söylediğinde ağlıyorsun. Gözyaşların, yüzüne kapanan avuçlarıma damlıyor.

Gözlerin'den akan Damlanın içime işleyip, kan akışımı değiştireceğini bilmiyordum.

"Yok," diyorum. Sesimi bulmayı yeğlerken, "Unutmazsın ki sen, hep hatırlarsın zaten hep hatırladın. Sayı yanlış yerde olabilir sonuçta matematik denen şey yanlış yapılabilir değilmi?" Diyorum.

Üzerime yıkılmak üzere olan bir binadan kurtulup, bir ağaç dibinde üzerime gölgen devrilmiş gibi. Ansızın. Son bir çırpınışla.

Başını iki yana sallıyorsun. Ağlarken. Kalbimi avuçlarına alıp, keskin bir bıçakla bilemiş gibi bir his dolanıyor damarlarımın en kuytusun da. Aglamana, Ağlıyorum. İçimin dağılmış dokularına dem vuruyorum ruhumu, kenarlarım da çürüyen çiçekler basarken yapıyorum bunu. "Ağlamasana." Diyorum. "Gözyaşın yangınını yakar."

Başını iki yana sallıyorsun. "Anlamıyorsun."diyorsun. "Aklım acıyor, sen acıyorsun." Seni nasıl anlamadığımı sorgularken, devam ediyorsun. "Zaman yarama denk geldiğinde seni unutursam, yaram kanar durduramam."

Başını başıma yaslıyorsun hızla. "Yangın çiçeğim, seni unuttuğum'da zihnime cellat ol. İnan yaram yaramı açanı, seni tanır."

Kalbi yanan adamın, ruhunu üfleyişini izliyorum.

Sevgilim, beni unuttuğun da zihnine cellat olmak yerine, zihnime cellat olurum. Yaram, yaramı açanı, seni tanır.

Duvarlarıma adını yaz kaleminin külü, zihnimi yakar.

Küçük bir çocuğun umutlarını zihnine sar, avuçlarından tutar.

Parmak uçlarını gökyüzüne uzat, yağmur sana yağar.

Zihnini bana yak, yangınım sana kadar.

🌹

Avuçlarını kalbine bırak çiçeğim, yoksa kemiğin kanar.

Kalemimde ki çiçeğin külü yanmak üzere. Yansa da burada.

İyi bak kendine.

Kocaman.

KÜL'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin