"Güney dur ya! Ne yapıyorsun? Tamam, bırak ben kendim gelirim be adam!"diye huysuzca söylenip çantamı ellerinden kurtarıp düzgünce giydim. Güney ise kafasını çevirip gülmeye başladı. Duygu bana gözlerini kısıp yanımıza geldi. İki saattir bizi kesiyordu. Dayanamadı tabi. Konuşmasa patlardı zaten.

"Güneeey'ciğim? Bu akşam parti var bizde, gelsene."

"Parti mi? Hiç ilgi alanım değil Duygu'cuğum. Kusura bakma."deyip zoraki omuzuna dokundu Duygu'nun. "Ama Güneeey..."

"Yürü gidelim Mucize. Yoksa cilve manyağı olacağım!"diye fısıldayıp sırt çantamdan hafifçe ittirince tekrar gülmeme engel olamadım. Dışarı çıktığımızda kapının yanındaki duvara tek ayağıyla yaslanmış Umut'u ve arkadaşlarını fark ettim. O anda yüzümdeki gülümseme silindi zaten. Beni mi takip ediyordu bu? Ne işi vardı burada? Umut da çıkar çıkmaz beni fark etmişti.

"Gülüm sen daha bekliyor musun?"diye söylenen Güney'le Umut sertçe ona baktı. Sonra da bana. Bakışlarına karşılık veremeden Güney tekrar beni kantine doğru sürüklemeye başladı. Sürekli böyle yapardı. Geçen seneden beri dokunmasına kızdığım için kendince bir yol bulup sırt çantamı kullanmaya başlamıştı. Umut'un ise sonra ne tepki verdiğini görememiştim.

Da ne nöbet tutuyordu bizim sınıfın önünde?

***

Günün sonunda eve gitmeden önce bunaldığım için kütüphaneye uğramıştım. Kitaplar kafamı dağıtıyordu. Bana kendimi iyi hissettiriyordu. Güney ise tüm gün boyunca dibimden ayrılmamış, moralim bozuk olduğu için sürekli güldürmeye çalışmıştı. Sonuç olarak güldürmeyi başarıyordu ama içimdeki sıkıntıya engel olamıyordum. Umut'a hâlâ çok kızgındım ve bir şekilde onun da bana kızgın olduğunu hissediyordum. Bugünkü bakışlarından belliydi zaten her şey.

Hatta biz Güney'le kantine, bizimkilerin yanına gittikten sonra hemen arkamızdan o ve arkadaşları gelmiş, yetmemiş gibi tam karşımızdaki masaya oturmuşlardı. Gerçekten beni mi takip ediyordu bilmiyorum ama sonra Ece gelip gözümün önünde Umut'un dibine sokulup kulağına bir şeyler fısıldayınca sinirlenip orayı terk etmiştim. Bunu ilk fark eden ise aynı anda Umut ve Güney olmuştu. Hatta aynı anda şaşırmışlardı da.  Sonra hemen ardından Güney peşimden gelince Umut'un sinirlendiğini fark etmiştim. Burada ben dururken bence onun sinirlenmeye hakkı yoktu! Neye sinirlendi, onu da bilmiyorum ya! O da ayrı bir mesele!

Kütüphaneden 3 kitap alıp ikindi ezanı okunduğunda namazımı okulda kılıp öyle eve gittim. Umut'a olan öfkem azalmıştı namaz sayesinde. Kitaplardan çok beni rahatlatan bir şey varsa o da şüphesiz namazdı Elhamdülillah. Öfkem azaldığında hasta olduğunu hatırlamış, yumuşamıştım hatta ona. O anda karar verdim. Ona hakikatı düzgün bir dille anlatıp kocamla aramı düzeltecektim.

Ece'ye gitmesinin bir sebebi olmalıydı. Belki ben fazla önyargılı davranıyordum. Sonuç ne olursa olsun aklıma geldiğinde sinirlenmeden ve üzülmeden edemiyordum haliyle.

Arabayı evin önüne park ederken aklımdan tüm planımı yapmıştım. Umut'a bir mektup yoluyla hakikati anlatacaktım. Böylece sözlü tartışmaya gerek kalmadan beni anlamasını sağlayabilirdim. Bu düşüncelerle heyecanla eve girip üstümü değiştirmeden mutfak masasına oturdum ve çantamdan bir kağıt, kalem alıp yazmaya başladım.

"Bismillahirrahmanirrahim...

Hani melekler sormuştu Rabbimize,
'Senin en sevdiğin kulun O iken neden onu bu kadar ızdırapla imtihan ediyorsun? Hem yetim, hem öksüz, hem de kimsesiz...'

Ne buyurmuştu Rabb'imiz?

'Kimseye güvenmesin, hep benden istesin, bana sığınsın diye...'

ADI MUCİZE OLSUNWhere stories live. Discover now