"Acaba babamın takımlarıyla beraber kuru temizlemeye mi gitti?"

"Kuru temizlemeye yarın gidecek onlar, hanımım."

"Kahretsin ya aman! Allah bilir, akılsız kafam nerede unuttu?!"

Topuklarımı zemine sertçe vura vura, gerisin geri evden çıktım. Şirkete giden yol boyunca kendime oflayıp durdum. Eh, sorumluluk dediğimiz şey her konuda hâkimlik gösteren bir duyguydu. Mesela bana ödünç verilmiş ceketi kaybetmek, bahsettiğimiz duyguya ters düşüyordu.

Arabamı şirketin otoparkına park ettikten sonra, karşıma çıkan herkesle sohbetim oldukça kısa oldu. Babamın odasına çıkana kadar tüm iyi dilekleri yalnızca gülümseyerek kabul ettim. Çünkü o an tek derdim, bir an önce babamın odasını kolaçan etmekti.

Lale Hanım beni, "Günaydın, İdil Hanım," diyerek karşılarken, suratıma oldukça samimi bir gülümsemeyle bakıyordu. Yaşı gereği, bana bakarken gözlerindeki o anne yaklaşımını alabiliyor olmak, beni inanılmaz rahat ettiriyordu.

"Günaydın," diye seslendikten sonra vakit kaybetmeden kendimi babamın odasına attım. Lale Hanım arkamdan babamın olmayışıyla ilgili bir şeyler söylerken, "Biliyorum, sabah konuştuk. Haberim var," diyerek kapıyı ardımdan kapadım.

Bilmiyorum kaç dakika boyunca o ceketi aradım ama asla aradığımı bulamadım. Lale Hanım, beni ortalıkta deli divane koştururken buldu.

"Çay, kahve alır mıydınız diye soracaktım ama... Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"

"Dün burada siyah bir ceket unuttum diye tahmin ediyorum. Siz gördünüz mü?"

"Sanmıyorum, İdil Hanım. Öyle bir şey olduğunda en azından Çetin Bey'in dolabına asardım."

"Babamın dolabı mı var? Nerde?" Beni bir takım dosyaların bulunduğu kitaplığa doğru götürdü. Kitaplığı sağa doğru kaydırarak, babamın giysi dolabını gözlerimin önüne serdi. İçerisinde birçok renkte takım elbise ve bir o kadar da gömlek vardı. Gömme giysi dolabı fikri oldukça hoşuma giderken, gözüm tek bir siyah cekete takıldı. Ceketi hızla kurcalarken, "Markasını da hatırlamıyorum ki ya," diye mırıldandım kendi kendime.

"Siz erkek ceketi mi arıyorsunuz?"

"Hem de nasıl erkek ceketi, bilseniz!"

Verdiğim cevabı yalnızca benim anlamam üzerinde fazla durmadım. Ceketi burnuma götürüp koklamak daha iyi bir fikir gibi geldi. Kendi kokumu üzerinde bıraktığıma emindim. Fakat alabildiğim tek koku, o tertemiz giysi kokusuydu!

"Vallahi çıldıracağım," derken bıkkınca Lale Hanım'a bakıyordum. Çaresizce beni anlamasını beklerken, çok şey istediğimin elbette farkındaydım. Ceketin ne denli önemli olduğunu, onun için pervane oluşuma bakarak anlayabilirdi pekâlâ. Ki anlamış olacak ki, aklıma gelen bir ihtimalle parlayan gözlerime benzer bir haldeydi onunkiler de.

"Kemal Bey'in odası?"

"Ateş'in odası!" Lale Hanım'ın suratı giderek bambaşka bir hal alıyordu. Mesela kaşları şaşkınlıkla havalanırken, aynı anda dudakları muzır bir gülümsemeye tutulmuştu. Hali, ne kadar da profesyonel olmadığımı yüzüme vururken, derhal toparlanarak yerimde dikleştim. Nedendir bilmem, topuklarımı yere vurduğumda kendimi daha güçlü hissediyordum. "Evet, evet, Kemal Bey'in odası! Orada unutmuş olmam da bir ihtimal."

Tepkisine bakacak yüzüm olmadığı için uygun adım odadan çıktım. Utancımın başını ezen keyifli, kıpır kıpır bir duygusu eşliğinde, Ateş'in odasına giden koridor boyunca yürüdüm. Kapının açılacağından o kadar emindim ki, öne doğru atılınca omzumun kapıya çarpması, beklediğim son şey bile değildi. Özgüvenle kavradığım kapının kolu neredeyse elimde kalacaktı. Tekrar ama daha sert bir şekilde kapıyı açmayı denedim. Tekrar ve tekrar deniyor, zorluyor, o kapının ille de açılmasını bekliyordum.

Yirmi Altı (Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin