KAYIP KIZ!

174 39 46
                                    

        

                                       TUĞÇE  ERDEM

             Bir kardeşlik vardır, bir de arkadaşlık... Kardeş ile arkadaş arasındaki çizgiyi göremeyenler de var ama biraz daha dikkatli bakacak olurlarsa o inanılmaz farkı herkes görür. Kardeşlik öyle bir kelimedir ki mesela herkesin altı harfe sığdırdığı kardeşliği, ben yerlere göklere sığdıramam. Kardeş olmak için illaki aynı anneden mi doğmak gerekir? Tabi ki hayır. Buna her kim ne derse desin, hayatta inanmam. Kimse beni inandıramaz. Kan bağı her şey değildir. Önemli olan yüreğinin nereyi gösterdiğidir. Yüreğin seni nereye götürüyorsa oraya git. Yoksa mutlu olamazsın.

         Saatlerdir Eylül'ü bekliyordum. Kaçıncı kez olduğunu saymaksızın bir kez daha dua ettim. Nereye gitti, bu kız? Çok endişeleniyordum. Gözlerimden buram buram yaşlar dökülüyordu. Her yere bakmıştım ama yoktu. Hiç bir yerde yoktu. Saat gecenin biriydi. Şimdiye kadar çoktan gelmiş olmalıydı.
       Eve de gidememiştim. Buna hiç cesaretim yoktu. Evimize yakın bir kaldırımda oturuyordum. Bu gecenin bir vaktinde herkes sıcacık yatağında mışıl mışıl uyurken ben kız başıma sokakta oturuyordum. Hava da soğuktu. Korkmuyorum desem çok büyük bir yalanı ortaya koyacaktım. Etrafın ürkütücü sessizliği bir ya aklıma sürekli o iğrenç manzara geliyordu. Ne kadar düşünmemeye çalışsam da hiç bir faydası yoktu. Eylül üzülmesin diye konusunu bile açmıyordum. İçim sessiz çığlıklar atarken, dışımdan hiç bir şey belli etmemeye çalışıyordum.

İÇİMDEKİ SES; Hadi Tuğçe. Gururuna aldırış etme ve Murat'ı ara. Kardeşine bir şey olmasına izin verme.

           İçimden gelen ses haklıydı. Bana yardım edebilirlerdi. Belki yaptığım kötü bir şeydi ama gizlice Murat’tan kendimi arayıp numarasını almıştım. Beni dıştan gören biri telefon sapığı falan sanabilirdi ama bir daha görüşmeyecektik. Hem böyle lazım olduğu zamanlarda arayabilirdim. Eylül’den izin alsam asla numarasını istememe izin vermezdi. O yüzden bende gizlice aldım. Yani o kadar bizim yüzümüzden kavga ettiler. Suç mu? Şuan belki uyuyorlardı ama uyanmak zorundalardı.

        *Aradığınız kişi şuanda meşgul*

       *Aradığınız kişi şuanda meşgul*

       *Aradığınız kişi şuanda meşgul*

    Bir kez daha denedim. Son kez...
          "Alo! Kimsin? Gecenin bu saatinde niye aradın?" Uyuduğu çok belli oluyordu. Hem sinirli hem de uykuluydu. Yani birisi beni arayıp uykumdan uyandırsa bende sinirlenirdim ve bu yüzden onun haklı olduğunu kabul ediyordum. Onu uyandırmıştım. Ama şuan bunu düşünemezdim. "Eğer gereksiz biri ve gereksiz yere uykumu böldüysen dünya ahiret peşinden evlat." Korkunç bir tehdit...
          "Ben... Tuğçe!" Sesim karşıya  çok kötü geliyordu. Çünkü saatlerdir en sevdiğim insanı kaybetmekten korkuyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
         "Tuğçe, ne oldu?"
         "Eylül..."
         "Ne oldu, Eylül'e?"
         "Kayboldu!"

                                                                                                              BERK ÇAĞLAR
   
         "Berk! Berk, uyan!"
              Gece gece ne oldu, yine ya? Şimdi de Murat mı rüya gördü? Zaten dünyanın en güzel kızını bulduğum için boşuna birini kurtarmama gerek kalmayacaktı. Gözlerimi açamayacak kadar yorgundum. İlk başta duymazdan gelmiştim ama gelen ısrarlar zorla da olsun uyanmamı söylüyordu. Ayrıca yine mi evime izinsiz girmişlerdi? Onlardan anahtarı almak en doğrusuydu. Her gün her hün aynı olayları yaşayamazdım.
        "Eylül... Kaybolmuş!"
Gözlerimi faltaşı gibi açmamla, ayağa fırlamam bir oldu.
       "Ne? Kayıp mı olmuş? Nasıl?" Her şey çok saçma geliyordu. Çetin tesadüfen bir rüya görüyor. Biz aptallarda rüyasının peşinde giderek gerçekte ardıma muhtaç iki kız görüyoruz. Kızların cesedi gömmesine yardım ediyoruz. Sonra bizde kalıyorlar. Uyanıyoruz ve onlar yüzünden kavga çıkarıyoruz. Sonra yanımızdan ayrılıyorlar ve Eylül kayboluyor. Bu yaşadıklarımızı gerekli bir mantığı var mı? Yoksa her şey şanstan ibaret mi?
   O an istemsizce çok korkmuştum. Ona bir şey olmaması için defalarca dua ettim. O şapşaldan her şey beklenirdi. Şimarık bir kızdı.
       "Bilmiyorum. Tuğçe aradı. Kafede buluşacağız. Çetin kafeye gitti."
       "Hadi o zaman."
Üstüme bir şeyler giyer giymez kendimi arabaya atmıştım. Saat çok geç olmuştu. Bu kız tek başına nereye gitmişti?
           Kafeye gelmemiz on beş dakikayı geçmemişti. Arabayı çok hızlı kullanmıştım. Her yerim titriyordu. Evet, hava soğuktu ama ben soğuktan değil, sanırım korkudan titriyordum. Tuğçe'ye baktığımda gözleri kıpkırmızıydı. Çok fazla ağladığı belliydi. Gözleri kurumuştu.     
           Üstüne giydiği kıyafetler aynıydı. Ayrıca şuan anlıyorum ki bizim onları bırakmamız hataydı. Nerede kalacaklarını bile bilmeden onları öylece bırakmıştık. Suç, bizim suçumuzdu. Kalacak evleri veya yurtları ve paraları yetebilecek bir otel olmadığını biliyorduk. Peki ya, nasıl onları arayıp sormadan gözlerimizi yumduk?
        Gözlerimle Çetin'e baktığımdaysa çizgili bir pijamayla uykulu bir surat görmüştüm. Bu kadar ciddi bir durumda halen o çizgili pijamalarından vazgeçemediğine şaşırıyordum.
       Bildiğim kadarıyla beş senedir aynı pijamalarını giyiyordu. Bedeni oldukça dar ve paçası kısaydı ama buna rağmen giydiklerinden vazgeçmiyordu. Parası olmasa bir şey demem de para içinde yaşıyordu. Yediği önünde yemediği arkasındaydı.
       Aslında pijama giymekte saçmaydı. Ne bu? Denize giderken ayrı, uyurken ayrı, evdeyken ayrı, dışardayken ayrı... Hatta insanlar bulunduğu ortama göre bile kıyafetlerini değiştiriyorlardı. Lüks bir mekanda ayrı, sıradan yol kenarındaki kokoreçci de ayrı giyiniyorlardı. Ne saçma!
         "Tuğçe, neler oluyor?"
         "Bil-bilmiyorum. Onu kıracak bir şey yaşadı. Yalnız kalmaya ihtiyacım var dedi ve gitti. Gittiğinde saat iki civarıydı. Saatlerdir yok. Çok korkuyorum. Her yere baktım." Korktuğunu söylemesine gerek bike yoktu. Anlamamak imkansızdı. Şuan ben bile korkmuyorum desem yalan olurdu. Neden bu kadar endişeleniyordum? Daha önce ne zaman bir kız için bu kadar endişelendim. Sonuçta iki gün önce tanıştığım bir kızdan fazlası değildi.
         "Tamam sakin olmaya çalış." diye destek verdi, Murat. Aslında benim merak ettiğim bir kısım daha vardı. Tuğçe, Murat'ı nasıl aradı? Yani Murat'ın telefon numarasını nasıl buldu? Birbirlerine vermiş olsalar muhtemelen Murat bize söylerdi. Gizlice alacağını da düşünmüyordum. O zaman nasıl oldu?
         "Olamıyorum."
         "Onu bulacağız." Yakışıyorlardı. İkisi de siyah saçlara sahipti. Tuğçe'nin renkli gözleri onları daha çok güzelleştirmişti. Tabi ki onları yakıştırdığımı dile getirsem Murat'tan çok Tuğçe'den azar işitirdim. Ya da Murat, Tuğçe'nin kendisinin söylettiğini sanacağından daha fena patlayacaktı. Bilemiyorum.
         "Söz mü?" Bu söz mü diye sorulan sorular bence en klişe sorular. Belki uzun zamandır bir ilişki yaşamadığım için, bilmiyorum ama söz mü ne? Yani çocuk nereden bilsin? Tabi ki Eylül'e bir şey olmayacaktı. Buna kefildim. Yani onu bulacaktım. Biraz düşününce söz mü sorusu hiç de klişe gelmemişti. Eylül'ü bulacaktık.
         "Söz!" diye yanıtladım.
         "Söz!" Murat'ında sözünden sonra olayın ciddiyetine geri döndük.
         "Böyle boş boş oturamayız. Herkes ayrılsın arayalım. Tuğçe sen yalnız gitme." Gelen teklifim herkes tarafından onaylanmıştı. Bu haldeki bir kızı yalnız bırakmak, erkekliğe sığmezdı.
         "Tuğçe, biz birlikte arayalım." Murat'ın önerisine Tuğçe başıyla onayladı.  Konuşacak durumu yoktu. Koşarak dışarı çıktım. Arabaya biner binmez en hızlı halimle sürmeye başladım. Onun için çok endişeleniyordum.

YILDIZI BOZAN PARÇA जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें