0.1

23.6K 1.1K 179
                                    

2011

Herkes çığlık atarken insanları iterek öne geçmeye çalışıyordum. Konser alanında bulunanlar arasında, onlar için en çok deliren kişinin ben olduğuma emindim. Zaten küçük bir yerdi ve gelenlerin hepsi mini etekli, yüzünde tonlarca makyaj olan kızlardı.

Sonunda en öne gelmeyi başardığımda neredeyse kendimi alkışlayacaktım. Bu konsere gelmek için anneme ne kadar yalvardığımı hatırlamıyorum. Çok bilindik bir grup oldukları söylenemezdi. Herhangi birine konserlerine gideceğimi söylesem kim olduklarını soruyorlardı.

Bundan rahatsız olduğum kadar memnundum da. Onların bana ait olmasını istiyordum. Özellikle bateristlerinin. Gülümsediğinde yüzünde beliren gamzelerine aşıktım. Kıkırdaması beni benden alıyordu. Ne yazık ki aralarında benden en büyük oydu.

Yaş farkı benim için çok fazla değildi. Dört yaştan ne zarar gelirdi ki. Fakat o ve çevrenin böyle düşünmeyeceğini biliyordum. Bulunduğumuz konser alanındaki kızlara baktığımda ya onunla yaşıtlardı ya da bir iki yaş küçüklerdi. Benimle yaşıt çok az kişi vardı.

Hepsi güzeldi ve bu beni üzüyordu. Bana güzel olduğumu annemden başka kimse söylememişti. Onlara yoldan geçen birinin durdurup söylediğine bile emindim. Çünkü, bilirsiniz işte. Sevgilisi olup, onlarla yemek yiyip takılan kızlardı. Ben ise sadece on beştim. Sadece on beş.

Sahnenin ışıkları söndüğünde herkes çığlık atmaya başladı. O kadar çok bağırmama rağmen kendi çığlığımı bilr duyamıyordum. Karanlık sahnede gölgeler geçmeye başladığında kalbim sıkıştı. Kendimde çıldıracak gücü bulamadım.

Işıklandırma açıldığında hepsi ayakta yanyana dizilmiş bir şekilde bizi karşıladı.Hepimizi süzerek el sallarlarken ben sadece Ashton'ı izliyordum. Suratımda hiç bir ifade olmadan ona bakıyordum. Birden bakışlarını bana çevirdi ve göz göze geldik. Nefesim kesildi. Bana bakarak gülümserken kaşlarını çattı. Sonra göz kırptı.

Göz kırptı. Bana göz kırptı. Çığlık atıp ortalığı inletmem gerekirken ben heyecandan ne yapacağımı bilemeden duruyordum. O an, ne olursa olsun kulise gidip onunla tanışacağıma yemin ettim.Yerlerine geçip, konsere başladıklarında kulaklarıma dolan yüksek sesten dolayı titreyip kendime geldim. Ciğerlerime birden dolan havayla öksürmeye başladım.

Kalbim o kadar düzensiz atıyordu ki canımı yakıyordu. Öksürüğümü içimde tutmaya çalışarak önümdeki demirden bariyere tutundum. Yaptıkları müziğe odaklanırken gözlerimi kapattım.

You call me up

It's like a broken record

Saying that your heart hurts

That you'll never get over him, getting over you

Dudaklarımı hareket ettirip onlara eşlik ederken burada olduğuma inanmaya çalıştım. Nasıl olduğunu anlamadığım bir anda kendi dünyamda merkezime oturmuşlardı. Şimdi ise onlarla aynı ortamdaydım ve koskoca konser alanına sığmıyorduk. Gözümde o kadar büyüklerdi ki aldıkları oksijeni sanki kendimden veriyormuşum gibi boğuluyordum.

I dedicate this song to you

The one who never sees the truth

That I can take away your hurt

Heartbreak girl

Derin nefesler aldığımda soluk borum acıyordu. Kendimi kasıyordum. Çünkü, eğer kendimi rahat bırakırsam kesinlikle bayılırdım. Bu yüzden elimin altındaki demiri daha sıkı tuttum. Bunu berbat etmeyecektim. Bu anı bozamazdım.

Kendimi Ashton'ın baterisine vuruşuna odakladım. Aynı kalbim gibiydi; hızlı, sert ve nefes kesici.

***

Aralıksız geçen bir saatin sonunda çocuklar tekrardan öne gelip yanyana durdular. Michael, Luke ve Calum gitarlarını havaya kaldırırken, Ashton'da sımsıkı tuttuğu bagetlerini havaya kaldırdı. İki tahta çubuğu kıskandığıma inanamadım.

El sallayıp sahnenin arkasına doğru yürürlerken kendime geldim. Gözlerimi kocaman açıp, öne geçmek için ittiğim insanları tekrardan iterek, bu sefer en arkaya ulaşmaya çalıştım. Bana edilen küfürleri umursamadan büyük kapıdan çıkıp hızla etrafıma baktım.

Karşımda asıl çıkış kapısı vardı. Havanın karanlığı belli oluyordu. Annem beni almaya gelecekti ama umrumda bile değildi. Ashton'ı daha yakından görecektim ve gülüşünün tınısını duyacaktım.

Arkamdan insanların gülüşlerini, küçük çığlıklarını duyabiliyordum. Lanet olası M&G'leri yoktu ve bu yüzden işim zorlaşıyordu. İki yolum vardı; sağ ya da sol. Kendimce bir totem yaptım. Eğer ki yanlış yolu seçersem ve onlarla tanışamazsam bir daha böyle bir çabaya girmeyecektim. Fakat eğer doğru yola gidersem Ashton'la olabilmek için her şeyi yapacaktım. Derin bir nefes alıp sağa doğru koştum.

Uzun beyaz koridorun diğer uzundan Calum'un tanıdık sesini duyunca sevinçten yerimde zıpladım. Koşmayı bırakıp hızlıca sesin geldiği yere doğru yürümeye başladım. Luke'un sarı saçlarını görünce sevinçten neredeyse ağlayacaktım. Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Sanırım fazla tanındık olmamaları işime yaramıştı.

Tam onlarında beni görebileceği kadar yaklaşmıştım ki önüme neredeyse kel sayılabilecek bir adam çıktı. Beni durdurup, "Burası size yasak küçük hanım. Lütfen, zorluk çıkarma ve geri dön." dediğinde anlamayarak adama baktım.

Çocukların şakalarak bir odaya girdiğini görürken, "Ashton!" diye bağırdım. Michael dönüp baktığında tam ona doğru koşacakken adam beni tutup, "Bu kadar yeter. Sen gidiyorsun. Hemen şimdi!" dediğinde kollarının arasında debelendim. Birden ayaklarım yerden kesilince kel adamın omzunda olduğumu farkettim.

Ne? Şaka yapıyor olmalısın!

"Lanet olsun, bırak beni! Michael!" diye yakınarak bağırırken Luke'un sesini duydum. "George, adamım. Bırak kızı."

Adam beni yere indirdiğinde ona kızgın bir bakış attıp üzerimi düzelttim. Şortumun içinde ki tişörtüm kırışmıştı. İçimden adama yeni yeni türettiğim küfürler etmeye başladım. Ta ki onunla göz göze gelene kadar.

Ela gözleri yakından daha güzellerdi. Parlak ve canlı. Zorlukla gülümsemeye çalışırken bana o, güzel kıkırdamasını bahşetti. Yere doğru bakarak kızarıklığımın geçmesini bekledim. Bir anda güçlü kolları beni sardığında vücudunun içinde kayboldum. Başımı göğsüne koyarak kokusunu içime çektim.

Gözlerimi kapatıp Tanrı'dan ilk defa bir şey istedim. Ashton Irwin'in her zaman yanımda olmasını diledim. Gerçekleşeceği tutmuştu, fakat kesinlikle düşündüğüm şekilde değildi.

2015

"Ruth, neden üzgünsün?" dedi Ashlyn küçük kollarını boynuma dolarken. Ona sarılıp kokusunu içime çektiğimde gerçekliği hissettim.

Geri çekilip ela gözleriyle bana bakarken bir kez daha babasına ne kadar benzediğini anımsadım. Bu onu daha çok sevmemi sağlıyordu ama aynı şekil de içimde ki nefretin büyümesine sebep oluyordu.

"Üzgün değilim, bebeğim. Yolculuktan dolayı biraz yorgunum o kadar." dediğimde inanmadığını belli edecek şekilde başını iki yana sallayarak güldü.

"Hayır." dedi kelimeyi uzatarak. Onu öptüğümde kıkırdadı. Aynı babası gibi gülüyordu. "Beni kardeşin olarak tanıştıracağın için üzgünsün." dediğinde içim cız etti. Bu yanlıştı.

"Üzgünüm tatlım. Böyle olmak zorunda." diyerek saçlarını okşadım. Her zaman yaşıtlarında daha farklı olmuştu. Başını tekrardan iki yana sallayarak, "Üzülme! Sana abla demem gerekse bile ben seni çok seviyorum." dediğinde ikimizde güldük.

Dört yıl. Dört yıldır hayatımda olan küçük bir Ashton vardı. Bazen sebepsiz yere huysuzlandığında, inatçı olduğunda bu huyunu babasından alıp almadığını düşünüyordum. Bilmiyorum.

Kızımın babasını, bateri çalışı ve garip gülüşü dışında tanımıyordum. Sadece, bir zamanlar, tanıdığımı düşünecek kadar çocuktum.

Me And My Baby // a.i (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin