''Lütfen...''

''Tamam, tamam. Utanma bak. Sena ne gördüyse anında unutur, ne konuşursak konuşalım aramızda kalır, kimseye duyurmaz. Kardeşim, sen de yengene bir şeyler söylesene. Hep suçu bana atıyorsunuz-''

''Çünkü tek suçlu sensin-''

''Suçlusun çünkü-''

Semih, yenge ve görümcenin aynı anda konuşmasıyla güldü. İçi rahatlamıştı. Her ne kadar dışarıya yansıtmasa da, Sena'yı kırdığı için çok üzgündü. Gönlünü yumuşatabilmek için, ilk önce hamile karısını göndermişti. Sonradan kendisi gelerek ortamı uygun hale getirmeye çalışmıştı. Belli ki başarmıştı da.

Birbirlerine bakarak gülümseyen karısına ve kardeşine takıldı.

''Hey, hey. Siz görümce-yengesiniz. Saç baş birbirinize girmeniz lazım. Bu ne samimiyet böyle? Kaos olmadan görümcelik olur mu, Sena hanım?''

''Kaos seninle benim aramda olacak, abi. Sen hiç merak etme. Hâlâ anlayamıyorum ya. Arabada onca yol geldik, bu konuda tek kelime dahi etmedin. Telefonda bizimkilerle ve seninle o kadar görüşme yaptık, yine de bana bundan bahsetmediniz. Anlamıyorum ben. Böyle büyük bir şeyi nasıl benden saklarsınız?''

''Söyleseydik gelmek isteyecektin.''

''Elbette abi, hangi kardeş abisinin düğününe gelmek istemez ki?!''

''Eğer gelseydin, geri gider miydin?''

Sena, gülümsemeyi bırakıp ciddileşen abisine baktı. Sorunun cevabını ikisi de biliyordu: Gitmezdi. Daha doğrusu gidemezdi. Çünkü Erdem'i görürdü ve bir kez daha onu ardında bırakıp terk etmeye gücü yetmezdi.

''B-Bunun söylememenle ne alakası var?''

''Her şeyin bununla bir alakası var. Eğer söyleseydik, planladığından daha erken gelecektin. Geldiğinde de geri gitmeyecektin. Bak Sena, birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Ayrı kaldığımız üç yıl birçok şeyi değiştirmiş olabilir ama kardeşlik bağımızı değiştirmedi, çok şükür. Bu yüzden ne ben sana yalan söyleyeyim, ne de sen bana.

Senin kursta geçirdiğin zamana ihtiyacın  vardı. Kırmak ya da gönlünü incitmek için söylemiyorum kardeşim, beni affet ama sen düzelmek için bu manevi ortama muhtaçtın.

Mutsuzdun sen, Sena. Erdem'in yaptığı büyük eşeklik olmasaydı dahi mutsuz olacaktın sen. Dış görüntünü kabullenemiyordun. Herkes sanki hep senin yüzüne bakıyormuş gibi davranıyordun. Seni o kadar çok seven kişilerin sevgisine bile kördün. Manevi huzurun yoktu. Başına iyi bir şey gelse, hemen kötü bir şey olsun diye bekliyordun. Her ne kadar dışarıya yansıtmamayı başardığını düşünsen de, görüyorduk senin acılarını. Yani ben görüyordum. Maneviyat dolu bir yıla ihtiyacın vardı. İki sene sonra gelirsin diye düşünmüştüm. Hatta belki bir sene bile zor dayanırdın ve düğüne yetişirsin sandım. Bir sene daha okumak istediğini söyledin. Ses etmedik. Çünkü senin mutluluğun, bizim mutluluğumuz. Kaldı ki, öyle çok normal bir evlilik sürecimiz olmadı. Karmaşık ve sıkıntılıydı. Sana söylemediğimiz birkaç kötü olay daha var. Şer sandığımızda hayır vardır denilir ya, senin gelmediğin üç sene de sana hayırlı oldu. Çünkü çok şükür, bu son yıllarda atlattığımız o kadar sıkıntının yerinde artık ferahlık var. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, en güzel zamanda geldin. Bir daha ekliyorum: Yengen hamile ve sen de teyze olacaksın, Allah izin verirse. Taze yengeni ve biricik yeğenini üzmek istemezsin...''

Ev sahibi bir şey söylemedi. Yalnızca başını pembe çiçekli elbisesine eğdi. Büyüğün sözleri ağır gelmişti. Tamamen doğru olması ise can acıtan kısmıydı. İç çeken abisine, söylediklerinin kötü bir şey olmadığını anlatmak istedi ama başaramadı. Neyseki Semih konuşmaya devam etti.

SenaDonde viven las historias. Descúbrelo ahora