İç geçirdim. "Boş ver Alexis. Bana bile zorla söylediler, sırf babam senatör olduğu için. Sana asla anlatamam."
Bozulmuş bir şekilde baktığında biraz pişman olsam da, söylediklerimin arkasında durdum. Sonuçta elimden gelen bir şey yoktu. Biraz daha uzun süren bir sessizlikten sonra yeniden konuştu. "Her neyse, pekala. Ben çıkıyorum. Geliyor musun?"
"Hayır, bugün nöbetçiyim." diye mırıldandım. Başını salladı. "Tamam. Yarın görüşürüz o halde."
"Görüşürüz. Ve... özür dilerim. Sana anlatmayı çok isterdim Alexis."
"Biliyorum." dedi ve bana sarıldıktan sonra çıktı. Derin bir nefes alıp Adler'e döndüm. Şu anda huzurlu görünüyordu, ama uyanıp da kendini kelepçelenmiş bir halde bulunca nasıl tepki vereceğini az çok kestirebiliyordum. Terör estirecekti. Hastaneyi birbirine katacaktı. Onda rahatlıkla bu potansiyeli görebiliyordum.
Aniden babamı aramam gerektiğini hatırladığımda sandalyeden kalktım ve odayı terk edip koridorda ağır adımlarla yürürken telefonumu çıkardım. Telefon çaldı, çaldı ve çaldı. Yine işleriyle meşgul olmalıydı. Tam umudumu yitirecektim ki, açtı. "Lexi?"
"Selam baba."
"Eve gelmedin." Sesi yorgun geliyordu. Amerika Başkanlığı seçimleri için hazırlanmaya başlamıştı ve bu hazırlıkların koşuşturmacası onu tüketiyordu.
"Nöbetçiyim baba. Bugün gelmeyeceğim. Seçim hazırlıkları nasıl gidiyor?"
"Güzel." diye cevapladı. Sesi aniden canlanmıştı. "Biliyorsun, Başkanlık için öne çıkan en güçlü ikinci adayım. Birinci olmamak için de bir sebep göremiyorum. Kazanacağım."
"Kazanacaksın." dedim. Kazanacaktı. Çünkü bu işe dört kolla sarılmıştı ve insanlar onu seviyordu. Ama açıkçası, ben onun başkan olmasını fazla arzulamıyordum. Çünkü hayatım iyice zorlaşacaktı. Herkesin beni tanıması kesinlikle işime gelmezdi. Normal bir senatör olmasından nefret ediyordum, kaldı ki ABD Başkanı David Brooks'un kızı olmak kim bilir ne kadar yıpratıcı olurdu.
Bu durumda annemi özlediğimi fark ettim. Ben daha on altı yaşındayken boşanmışlardı. Boşanma nedenleri, annemin, babamın takıntılı bir işkolik olduğunu ve ailesiyle neredeyse hiç ilgilenmediğini öne sürmesiydi. Haklıydı da. Babam takıntılı bir şekilde çalışıyordu, tıpkı bir robot gibi. Bazen kendini öyle kaptırırdı ki, eve ne zaman girip ne zaman çıktığımı bile fark etmezdi. Bir keresinde, boşanmalarından birkaç ay önce, annemin "Tanrı aşkına David, başını şu kahrolası dosyalardan kaldır artık!" diye bağırdığını duymuştum.
Her neyse, mahkeme velayeti babama vermişti ama annemle hâlâ görüşüyorduk, pek sık olmasa da. Sık değildi çünkü yeni bir kocası -kesinlikle işkolik olmayan- ve Miami'de güzel bir hayatı vardı.
Acaba boşanmamış olsalardı ne olurdu? Babamı durdurur muydu? Bu anlamsız yarıştan çekip çıkarır mıydı? Onu biraz yavaşlatır mıydı? Yoksa tıpkı benim gibi, hiçbir etkisi olmaz mıydı?
Babam yeniden konuşarak düşüncelerimi dağıttı. "Lexi, tatlım, seçim kampanyası için geldiler. Seni sonra ararım, tamam mı?Kendine iyi bak balım."
"Sen de." diye mırıldandım ve telefonu kapatıp yeniden önlüğümün cebine attım. Gözlerim ağrıyordu, uyumayı düşünmeye başlamıştım ki oda 159'dan gelen o sinirli kükremeyi duydum.
⚡️⚡️⚡️
Yazardan;
Adler yeni bir ağrıyla yüzünü buruşturarak uyandığında vücudunu esnetmek için kollarını kaldırmak istedi, ama hareket edemediğini fark etti. Şaşkınlıkla gözlerini bileklerine çevirdiğinde yatağa kelepçelendiğini gördü.
O an, çıldıracak gibi oldu.
Haykırarak kelepçelerini zorladı, öyle zorladı ki yatağın demirinden garip gıcırtılar çıkmaya başladı. Biraz daha asıldı, ama ensesi feci acıyınca durdu. En son kendini zorladığında ne olduğunu hatırlıyordu, o yüzden sakinleşmek için birkaç kez nefes aldı ve etrafına baktı. Oda boştu, o kız yoktu. Saatin 11.52 olduğunu gördü ve mesai saatinin bittiğini anladı, nöbetçi olanlar dışında doktor yoktu binada. Büyük ihtimalle o kız da evindedir, diye düşündü ve yumruklarını sıkarak bir kez daha kelepçeli bileklerini yukarıya doğru çekti. Çıkan gıcırtılar onu cesaretlendiriyordu.
Olacak, diye mırıldandı kendi kendine. Başaracağım. Buradan kaçacağım ve Almanya'ma kavuşacağım.
Daha fazla gıcırtı. Bileklerindeki acıyla beraber, demirin bükülmeye başladığını da hissediyordu.
Kapı açılınca, planları suya düştü. Karşısında dünkü güzel kız duruyordu, sütlü kahve rengindeki gözlerini kocaman açmıştı. Yine de o gözler, Adler'in öfkesini dindiremedi. "Çöz beni!" diye bağırdı İngilizce. "Derhal çöz beni!"
Lexi'nin bacakları hayatında ilk defa titredi. Belki de bu, Adler'in sesinin, duyduğu en kalın ve etkileyici tınıya sahip olmasındandı. Gerçekten hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi. Lexi hiçbir erkekte böyle tok bir ses duymamıştı. O bunu düşünürken, Adler bir kez daha kükredi. "Çöz beni dedim sana! Verdammt! Lanet olsun!"
Lexi de bağırdı, bunu yapacağını tahmin etmemiş olsa da. "Bay Adler Hartmann!"
Adler, adını kızın ağzından duyunca kaşlarını çattı. Aniden susmuş ve kıpırdamayı kesmişti, Lexi bundan aldığı cesaretle cümlesine devam etti. "Ya sakinleşirsiniz ya da uyuşturucu iğneyle bizzat ben sizi sakinleştiririm!"
Adler kendi kendine kısık bir sesle küfrettikten sonra öfkeyle Lexi'yi süzdü. Lexi ise, adamın çatık kaşlarının altındaki muhteşem buz mavisi gözlerinin üzerinde dolanmasına alışamamış bir halde, kapının önünde öylece bekledi. Neden sonra, gözleri yamulmuş yatak demiriyle buluşunca ağzı şaşkınlıkla aralandı. "Sen... demiri bükmüşsün... Yüce İsa..."
Adler cevap vermedi. Sadece çıkardığı işi kontrol etmek için bileklerine baktı. Cidden demiri bükmüştü, ama önceden yapmadığı bir şey değildi. Kızın gözlerinde büyük bir korku okuduğunda eski stratejisini hatırladı, kurtulmak için onu kullanabilirdi. Bu yüzden sakinleştiğini belli etmek istercesine vücudunu yatağa bıraktı ve kaşlarını çatmayı kesti. "Tamam, sakinim. Sadece konuşalım. Adın ne?"
Adamın hafif aksanlı İngilizcesinin büyüsüne kapılmış olan Lexi, kendini itaat edip cevap verirken buldu. "Lexi. Lexi Brooks."
Adler hızla kaşlarını kaldırdı. Brooks soyadını duyduğuna çok şaşırmıştı. "David Brooks'un nesi oluyorsun?" diye sordu bir anda. Lexi'nin dudakları kıpırdandı, ama sesi çıkmadı. Kendine gelmek için silkelendi, halen çok korktuğu belliydi. "Ne-neden sordun?"
Adler başını omzuna doğru yatırdı. "Namını duydum diyelim."
"Şey... O benim babam."
Harika, diye düşündü Adler. Demek David Brooks'un bir kızı vardı. Bitiremediği işini şimdi rahatlıkla tamamlayabilirdi. Aradığı fırsat ayağına gelmişti ve bunu sonuna kadar değerlendirecekti.
Kaçış planı iptal. Görevimi tamamlamadan eve dönmeyeceğim.
YOU ARE READING
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...
Part Two- Anger
Start from the beginning
