69 12 24
                                    

Okulun önündeki otobüse baktım, hiç eğlenceli olacakmış gibi gelmiyordu. Herkes gülüyordu ama ben somurtmaktan yanaydım. Zorunda olmasam gitmezdim. İşin sonunda iyi bir not almak varken, neden gitmemeyi tercih ederdim ki? Sınıf öğretmeni Bay Jung, herkesin otobüse binmesini söyledi. Sesli bir şekilde iç çekerek arka kapıdan otobüse bindim. Çoğu kişi arka taraflara oturmayı tercih ediyordu ki ön taraflar boş kalmıştı. Göz ucuyla arkadakinlere tekrardan baktım. Jiwon ve tayfası arkadaki beşli koltuklara 'buranın sahibi biziz' dercesine yayılmışlardı. Neden uzun süre baktığımı bilmiyordum. Bakışlarımı biri yakalamıştı. Onunla göz göze geldim. Bana gülümsemişti, adını bile hatırlamadığım bir çocuk bana gülümsemişti. Ben de ona karşı gülümsemeye çalışsam da yapamadım. Kafamı iki yana sallayıp ön taraftaki boş koltuğa geçtim.

Arkadaşım yoktu, kimse benimle iletişime geçmeye yeltenmiyordu. Benimle konuşan olsa bile, ertesi gün yüzüme bakmıyordu. Ben de üstelemiyordum, alışmıştım. Bu okula geçiş yapmadan önce, eski okulumda, iyi bir arkadaş çevrem vardı. Onlar benim mutluluk kaynağımdı. Ama sonra birdenbire kendimi bu okulda bulmuştum. Dönemin tam ortasıydı. Sırf bu yüzden benimle konuşmuyor olabilirlerdi. Belki de bir suç işlediğim için okul değiştirdiğimi düşünüyorlardı. Açıkçası suç işlediğim söylenemezdi, normal bir hayatım vardı. Tek sorunum ailemdi, anlaşmayı bilmeyen ailem... Sürüklenmemin tek sebebi onlardı.

Otobüs hareket etmeye başladığında, elindeki mikrofonla diğerlerinin susmasını bekleyen sınıf öğretmenime baktım. Sabırla herkesi bekliyordu. Yerinde ben olsam, bir avuç velet sürüsüyle uğraşmak istemezdim. Bay Jung işini severek yapıyordu, herkesle özel olarak ilgilenirdi. Beni her zaman sınıftakilerle kaynaştırmaya çalışırdı ama sonuç olumsuz olurdu. Demiştim ya, alışmıştım.

Herkesin dikkatini çekebilmek isteyen Bay Jung konuşmaya çalıştı. "Konuşmanızı bölmek istemiyorum ama beni dinleyin, zaten daha çok konuşacaksınız. Neyse... Bu gezinin amacını unutmadan hareket etmenizi tekrardan hatırlatmak istiyorum. Daha önce konuşmadığınız biriyle konuşmanızı istiyorum, bu kişi yoldan geçen biri olabilir veya yemek yiyeceğimiz yerde çalışan biri de olabilir. Seçimi size bırakıyorum. Geziden döndükten sonra bir haftanız olacak. Kapsamlı bir şekilde düşünüp raporu yazdıktan sonra bana teslim edin. Hepinize iyi yolculuklar." Elinde tuttuğu mikrafonu bıraktıktan sonra yerine geçti ve bana bakıp gülümsedi Bay Jung. Tepkisiz kaldım, kafamı cam tarafına çevirip yolu izlemeye başladım. Bundan başka yapabileceğim bir şey yoktu çünkü.

Yolculuğun ilk yarım saatinde otobüs durduğunda şaşkınlıkla Bay Jung'a baktım. Elinde tuttuğu kitabı kapattı ve yanındaki boş koltuğa bıraktı.Ardından hızlıca yerinden kalkıp şöförün yanına gitti. Otobüsteki herkes susmuş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kısa bir süre sonra Bay Jung elinde mikrofonla karşımıza çıktı tekrardan. "Otobüsün tekerleği patlamış ama yeni bir tekerleğin takılmasının çok uzun sürmeyeceğini söyledi. Bu yüzden mola verdiğimizi düşünüp otobüsten inebilirsiniz. Dışarı çıkıp biraz hava alın." Hepsi yakınmaya başlamıştı işte. Teker teker arka kapıdan inmeye başladılar. En sona ben kaldığımda telefonumla kulaklığımı alıp ön kapıdan aşağıya indim. Kulaklığımı kulaklarıma yerleştirdikten sonra rastgele bir şarkı seçtim. Genellikle yavaş müzikler dinlerdim, hayatım hareketli olmadığı gibi dinlediklerim de hareketli değildi. Sırtımı otobüse dayadım bir süre. Yorgun hissediyordum, bu yorgunluk neden kaynaklanıyordu gerçekten bilmiyordum. Sanki bir şey yaşam enerjimi sömürüyordu.

Kafamı ,yaslandığım yerden, arka kapıya doğru çevirdim. Jiwon sınıftaki kızlarla konuşuyordu. Şu 'kötü çocuk' rolünü oynamıyordu, kızlar peşinde pervane değildi. Hatta biraz daha yakından baktığınızda kızlarla iletişime geçmekte zorlandığı belli oluyordu. Ama yine de herkesle iyi geçinmeye çalışıyordu. Ve o 'herkesin' içinde ben yoktum. Üzülüyor muydum? Hayır, üzülmüyordum. Peki onu neden bu kadar inceliyordum? Bunun bendeki cevabını henüz bulamamıştım.

Yaklaşık olarak yirmi dakika sonra herkesin yerlerine geçmesi gerektiği söylendi. Ön kapıdan etrafıma hiç bakmadan otobüse bindim. Koltuğuma oturduğumda yeni bir şarkı başlamıştı. Gözlerimi sıkıca yumdum ve arkama yaslandım. Sadece şu lanet gezinin çabucak bitmesini istiyordum. Bana baş ağrısı veriyordu çünkü.

Dakikalar sonra arkamdan biri beni dürtmüştü. Açıkçası ilk başta yanlışlıkla olduğunu düşünsem de birkaç kez daha dürtmüştü. O yüzden arkamı dönüp kim olduğuna baktım. Jiwon arkamdaki koltuğa oturmuştu ve bana gülümsüyordu.Ben olayın gerçek olup olmadığını sorgularken konuşmaya başladı ama ne dediğini anlamamıştım. Çünkü kendi düşünce dünyamda kaybolup gitmiştim bile. Gözlerimin önünde elini salladı. "Minyoung  iyi misin? Yüzün kıpkırmızı oldu, ateşin mi var yoksa? İyi hissetmiyorsan, izin alıp gelmemeliydin." dedi ve elindeki bir şişe suyu bana uzattı. Daha az önce benimle konuşmadığını düşünürken benimle iletişime geçmesi tuhafıma gitmişti. Uzattığı şişeyi alıp teşekkür ettim sessizce. Önüme döndüğümde elimdeki suya baktım. İçine zehir koymuş olma ihtimali yüzde kaçtı? Birdenbire neden konuşmuştu benimle, anlayamıyordum. Su şişesini yanımdaki boş koltuğa bıraktım. Artık daha da rahatsız hissediyordum.

Eski okulumda, Danbi adında bir kız vardı. Kimse onunla konuşmazdı, çünkü önemli bir iş adamının kızıydı ve ona ayrıcalık yapıldığını düşünüyorlardı. Sonra bir gün üst sınıflardan biri Danbi'yle konuşmaya başladı. Kwon Hajoon. Danbi çok saftı, olayın farkına vardığında her şey için çok geçti. Hajoon kızın çıplak fotoğraflarını sosyal medyaya sızdırmıştı. Bu, kızın intihar etmesine neden olmuştu. 

Bu korkutucu olayı hatırlayınca acaba demeden duramıyordum. Jiwon yapmazdı değil mi? Belki de Bay Jung zorlamıştı benimle konuşması için. İnsanları kolayca yargılamayı sevmiyordum ama o kan donduru olayı düşündükçe korku duygusu içimi kaplıyordu. Belki de ben kafamda büyütüyordum.

Bir anda otobüsten sesler yükselmeye başlamıştı. Şarkı söylüyorlardı. Onlara katılmaya hiç niyetim yoktu aslında. Ancak Jiwon omzuma tekrardan dokunmuştu. Kulaklığımı çıkartıp ona baktım yine. Gülümsüyordu. "Sen de söyle!" Kafamı iki yana salladım, istemiyordum. "Hayatının  tadını çıkar, kendini tutma Minyoung." Dedikleri doğruydu ama ben o havalarda değildim. Gülümsemeye çalıştım ve kafamı tekrardan iki yana salladım. Yüzüme kırgınlıkta baktı ve sonra koltukların arasından bir elini çıkartıp sol elimi sıkıca kavradı. Eli buz gibiydi. "Elin neden bu kadar soğuk?" İstemsizce sormuştum. "Sen söyleyene kadar fark etmemiştim, aslında." Bir süre ellerimize baktım, bunu neden yapıyordum? Gözüme o kadar güzel görünmüştü ki, bırakamıyordum. O ise yanındakiyle konuşuyordu ve elini elimden çekmeye niyeti yokmuş gibi duruyordu. Ve bu beni heyecanlandırmıştı. Hayır yani, neden?

Birkaç dakika daha öyle kaldıktan sonra şüphe uyandırmaması adına elimi çekmiştim. Çünkü elimi tuttuğunu unutmuş gibi, yanındakiyle derin bir konuşmaya dalmıştı. Elimi çeker çekmez o da çekmişti zaten. Yüzüme bile bakmıyordu. Benimle konuştuktan sonra böyle umursamaz davranması neden canımı sıkıyordu?



















 Benimle konuştuktan sonra böyle umursamaz davranması neden canımı sıkıyordu?

Ups! Tento obrázek porušuje naše pokyny k obsahu. Před publikováním ho, prosím, buď odstraň, nebo nahraď jiným.

bunu deanfluenza için paylaşıyorum, sen okuyacaksan sorun yok

düzenlemeden atıyorum sorun varsa da yapacak bir şey






Yok:)

Dostali jste se na konec publikovaných kapitol.

⏰ Poslední aktualizace: Dec 12, 2020 ⏰

Přidej si tento příběh do své knihovny, abys byl/a informován/a o nových kapitolách!

hold my hand | *•.¸♡ 𝓫𝓸𝓫𝓫𝔂 ♡¸.•*Kde žijí příběhy. Začni objevovat