BEŞİNCİ BÖLÜM: "GİZEMLİ PALŞİN KASABASI"

En başından başla
                                    

O gecenin sabahı belkide hiç olmamalı, yaşanmamalıydı. Küçük çocuk babasının kellesini ayaklarının dibine serilmiş bir şekilde görmemeliydi. Fakat gördü, kader bir kanı su gibi içmiş, sindirmiş ancak o küçük çocuk bunu sindirememişti. Büyücü olmayan halkın küçük kesimi giderek ölen, bereketi kaybolan kasaba için ne yapsa da eski haline döndürememişti. O küçük çocuk bunu kimin yaptığını biliyor, önsezi becerileriyle her şeyi görebiliyordu. O yalnızca kendine düşeni yapacaktı. 

Büyük nefretle büyücü olmayan kasabadaki herkesi katletti. Yaşayan her bir nefesin kellesi toprağın kılçıklı derisiyle yapıştı, pas tuttu ve kasaba katledilmenin kokusunu hiçbir zaman üstünden atmadı. Ölü her bir beden; yaşlı, çocuk, kadın ve erkek. Her birinin çürüyen vücudu yollarda nefretin esareti altında kaldı. Ezildi ve suskunluğa büründü. 

Yaşayan kasaba artık ölü bir duraktan öteye gidemiyordu. 

Kimse o kasabaya girmemeye başladı, o koku bir cinayetti. O cinayeti işleyen küçük çocuk o kasabada tek başına yıllarca yaşadı. Nefes aldı, ölümü kana kana yudumladı. Ve büyüyünce o kadim büyüyü yaptı. Kendi canı uğruna başka bir insan yarattı. Yarattığı o can için verdiği kadim görev, hükümdarın kanından olan son kişiyi katletmekti. Kendisini öldürdükten sonra yaratmış olduğu beden tıpkı onun tenine ve gözlerine sahipti. 

Simsiyah beden, uzun tırnaklarıyla ona bırakılan o parşömendeki yazıyı okudu. Kanla yazılı o dizelerin içinde ölen bir can, kırık nefret kokusu saklıydı. Beyaz gözleri ezberlediği parşömenin üstünden yeniden geçti. Zamanı gelmişti. O kadını bulmalı ve işkence ederek canını almalıydı. Oturduğu toprağın üstünden kalkarken kafasını kurcalayan soru işaretlerini topraklayarak yok etmek istedi. Bu, bu kadar basit olmamalıydı. 

Bu kasabanın acısı, büyük büyük dedesinin intikamı bu kadar basite alınmamalıydı. Ona acı çektirecekti fakat onunla oyun da oynayacaktı. Bunun için önce onu takip etmeli sevdiklerinin canını yakmalıydı. Kalıplı bedeni ve üstündeki büyücü kıyafeti dikkatini çekti. Bu uzun ve işlemeli elbise çok dikkat çekerdi. Tek avantajı burada rahatça dolaşabilmesi ve lanetli denildiğinden, kimsenin buraya uğramamasıydı. 

Dışarıdaki nefes alan yaratıklar nasıl giyiniyordu ki? Uzun tırnaklarıyla koyu renkli saçlarını düşünceyle taradı. Onları izleyebilirdi. Önce o basit varlıkları inceleyecek, ardından planını ona göre şekillendirmeye devam edecekti. Kurbanını, hükümdarın kanından olan son kişiyi tanımadan zaaflarını bilemezdi. Önce gizli saklı bir şekilde örtündü. 

Şehrin kıyısından nefes alan o aciz varlıkları izledi. İzlerken, buruşan simsiyah teninin iğrenti ile sarsıldığını hissetti. Hissine dokunan gerçeklik, bu varlıkların neredeyse çıplak geziyor olduğuydu. Oysa büyücüler için bedenleri en kıymetli hazineleriydi ve ona dedesinin miras bıraktığı el yazmalı kitaplarında bu teker teker nakşedilmişti. 

Bazılarıysa onlara nazaran daha kapalıydı. Siyah tenli garip büyücünün kafası çok karışıktı. Belli bir düzenleri yoktu. Saatlerce durdu, izledi. Beslenme ve tuvalet ihtiyacı yoktu. Bu sebeple saklandığı yerde kolayca iz sürebildi. Bu nefes alan yaratıkların mimiklerini ve davranışlarını aklına kazıdı. Kalabalık şehir gürültülü ve sıkıcıydı. Sıkılınca başka yere gitmeye karar verdi. 

Kurbanının yanına.

Cinayetinin ve yaşam amacının nefes aldığı yere.

Dudaklarından sihirli kelimeler çıkarken beklediği şey gerçekleşmeye başlamıştı. Göz bebeklerinde bir sokak belirdi. Durmadan tekrarladığı kelimeleri sertçe söylemeye başladı. O sokağın birinde bir evde durdu büyü. Büyük, beyaz bir binaydı. Sade ve olabildiğince basitçe bir inşa. Dudaklarının kenarını kaplayan kırışıklık, büyük bir sırıtmaya dönüştü. Onun geceleri sığındığı kuytu orası olmalıydı. Gözlerini kapadı ve sözcükleri havaya kusarken bedeninin gevşediğini ardından yok olduğunu hissetti.

BAYAN MOO: KATİLİN PEŞİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin