(2.3)-İkinin yüzleşmesi

Začít od začátku
                                    

"Bunu özel olarak konuşalım," diye babam cevaplayamadan devreye girdi annem. "Burada değil."

Birden gülmeye başladım. Delirmiş gibi kahkaha atarken Eylem ağabeyinin kucağına tırmandı korkakça. Kollarını Eymen'in boynuna sardığında dişlerimi sıkarak gülüşümü durdurdum. Onu korkutmak istememiştim ama şu an dışarıdan bakan birinin benim delirdiğini düşünmesi de oldukça olağandı. "Özel mi?" diye fısıldarken patlamaya yakın olduğumu anlamış gibi diğer elimi de bir başkası tuttu. Bu defa ona baktığımda simsiyah giyinmiş Savaş ile karşılaştım. O da bana tıpkı arkadaşı gibi bakıyordu: inanç ve sevgiyle. Bu bakışları zamanında ailemde o kadar aramıştım ki şimdi tam onların karşısında, insanlar bana öyle bakarken kendimle ilk defa onur duydum. Defne teyze ayaklandı ve "Biz artık kalkalım." diye sessizliği böldü. Diğerleri buna yeltendiğinde aniden bağırdım.

"Kimse bir yere gitmiyor!" Sesimle babamın kucağındaki ufaklık ona sokulduğunda Eylem'i korkuttuğum için içimde bir yerde acıyan vicdanım hareket etmedi bu defa. "Benim sizinle konuşacağım özel bir şeyim yok!" Başımı iki yana salladım. "Benim," diye sesimi kısarken gözümden bir damla yaş aktı. "Sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok ki."

"İdil..." Sezgin Bey ayaklandığında annem de kalktı. "Lütfen."

"Ne lütfen?" diye yeniden haykırdığımda Burcu teyze, ayaktaki Defne teyzeyi oturttu. "Söylesene ne lütfen? Ne için bunca yıl sonra karşıma çıkıp konuşmak istiyorsunuz?"

"Ben," dedi annem. Sesi benimkinin aksine sakindi. "Seni aradım İdil. Sana ulaşmak için iki gündür ortalığı birbirine kattım."

Yeterince güç aldığıma inanmış gibi Toprak ve Savaş ellerini ellerimden çekti. Oysa o kadar ihtiyacım vardı ki onlara tutunmaya. Burnumu öfkeyle çektim. "Bunu yıllar önce yapacaktınız Didem Hanım!" Elimi saçlarımdan geçirdim ve kendime gelmek ister gibi tutamlarımı çekiştirdim. "Hatta en başında beni kaybetmeseydin, aramak zorunda kalmayacaktın!"

"İdil," diye omzuma dokundu Müge. "Çocukları korkutuyorsun."

"Umrumda değil!" diye yalan söyledim. Gözlerimi bir an olsun onlardan ayırmıyordum. "Madem kapımı çalacak yüzleri var, öyleyse tam şimdi bana hesap verecekler!"

"Ben uzun yıllardır yurt dışındaydım, kızım." dedi annem. Onun da gözleri dolmuştu. Babam ise sessizce bizi izliyordu. "Bana böyle bakma, yalvarırım. Her şey için çok pişmanım. Bu ülkeye de senin için döndüm. B-ben senin," Onun da gözünden bir yaş süzüldü. "Ben senin annenim."

"Sen benim hiçbir şeyim değilsin." Ses tonumu ayarlayarak bu cümleyi kurduğumda bu sessiz isyanın tüm haykırışlardan daha çok duyulduğunu hissediyordum. "Siz, benim hiçbir şeyim değilsiniz." Başımı iki yana salladım yine. Yaşlarım da durmadan akıyordu. "Sen," diye işaret parmağımı anneme doğrulttum. "Annelik nedir bilmiyorsun." Oklarımı babama çevirdim. "Sen babalığı yine tatmışsın ama ne var biliyor musun?" Nefretle baktım yüzlerine. "Sadece midemi bulandıran bir gösteri gibisin." Yine saçlarımı canımı yakacak şekilde çektim. Olmuyordu. Elim ayağım böyle titrerken sakinleşemiyordum. "G-gerçek anne baba görmek istiyorsanız," diye sürdürdüm. Bir elimi kaldırıp koltuklara çakılmış kalmış insanları gösterdim. "Bu insanlara bakın." Hıçkırmaya başlayarak Defne teyzenin yanına gittim ve sesimi biraz daha kıstım. "Benim annem bu kadın!" Yaşlarımı sildim ama anında yine ıslandı yanaklarım. Bu defa Hazar amcanın yanına gittim. "Babam bu adam benim!" Ayaklarımı sürüyerek ikisinin karşısındaki yerini aldım. "Annelik ne biliyor musunuz Didem Hanım?" diye alayla sorarken içimdeki tüm nefreti kusmak istiyordum. "Annelik hiç tanımadığı bir kız hasta olduğunda ona çorba yapan bu kadının yüreğinin ta kendisi." Dudağımı kanatıca ısırdım. "Annelik çocuğunun gözlerine her baktığında şefkat dolu olmak demek. Annelik, ne durumda olursa olsun önce evladını düşünmek demek. Eliyle çocuğuna meyve yedirmek, her gün eve gelmesi için yolunu gözlemek demek." Yutkundum. "Annelik, doğurmakla biten bir şey değil." Gözlerimi kırpıştırdım. "Ya babalık?" Bu defa babam olacak adama yöneldim. "Size babalığın tarifini yapmamı ister misiniz Sezgin Bey?" Dizlerimdeki titreme arttı. "Babalık çocuklarını, hatta kendi kanından olmayan çocukları bile öz evlatlarıyla bir tutmak demek. Çocuğu zor durumda kaldığında derslerine yardım etmek, üzüldüğünde omzunu sıkıp yalnız olmadığımı hissettirmek demek." Dizlerimin üstüne çöktüm. Tükenmiştim. "Benim annem o kadın," diye tekrar ettim. "Babam, o adam." Kirpiklerimde asılı kalan yaşım düştü. "Benim kardeşlerim, bu insanlar." Avuçlarımı zemine dayayarak soluklandım. "Benim ailem karşınızda gördükleriniz. Sadece ailem değil; dostlarım, düşmanlarım, aşklarım, hüzünlerim... Her şeyim onlar." Gözlerim karardı. "Beni on yıl önce bırakıp giden yabancılar değil." Toprak'a tutunarak yeniden ayağa kalktım. Başım dönüyordu. Burnumdan sıcak bir sıvı akmaya başladığında başıma saplanan ağrıyla inledim. Halı kanla kızıllaşmıştı. "Benim evimde yabancılara yer yok." Dış kapıyı gösterdim. "Gidin." Seneler önce kalmaları için onlara yalvaran İdil'i hatırladım. O çocuk artık büyümüştü. Onu terk edenlere ihtiyacı yoktu. "Yıllar önce nasıl arkanıza bakmadan gittiyseniz yine öyle gidin."

Yere yığılmak üzereyken Savaş hızla belimi tuttu. Defne teyze ağlayarak kalkıp biyolojik ailemi gönderirken bilincimi tamamen yitirmiştim. Kafam öyle doluydu ki kimin ne dediğini anlamıyordum. Bedenim yumuşak koltukla buluştuğunda anlamsızca sayıklıyordum. Savaş, gömleğimin ilk iki düğmesini açarak nefes almamı sağlamaya çalışana dek nefes alamadığımı bile fark etmemiştim. Toprak'ın sıcak ellerini ellerimde zorlukla hissederken duyduğum hiçbir teselli yılların acısını bu gece çıkarmış olduğum gerçeğini örtbas edemiyordu.

Ben kimdim? On yaşında ailesinin bir yurda bırakıp yoluna baktığı zavallı İdil'dim. On sekizinde kapı dışarı edilmiş, hayatını kazanmaya çalışırken yaşamayı unutmuş bir kızdım ben. Kimsesizin biriydim. Ya da değildim. Ben artık yirmi yaşına girmiş, hayatında birçok dost ve insan kazanmış bir genç kadın olmuştum. Güçlüydüm. Acıları bir kıyafetmiş gibi üstüme geçirmiştim. Beni ben yapan tüm değerleri paramparça etmiş, onlarla birlikte ben de dağılmıştım. Kim olduğumun bir önemi var mıydı sahi? Kendimi nasıl tanımlamalıydım önemsizse eğer? Ağlıyordum. Herkesin içinde bağıra bağıra ağlıyordum fakat artık bu utanç simgesi değildi benim için. Ağlamak hiç bu kadar güçlü hissettirmemişti. Evet, ben güçlüydüm. Karşıma çıkıp pişman olduğunu söylemeye yüzü olan ebeveynlerimden daha güçlüydüm. Artık yalnız değildim. Değildim!

Barış, tepemdekileri kardeşi Müge ile sakinleştirmeye çalışırken bulanık görüşümle olan biteni bir bulutun üstünde izliyordum adeta. Gözlerimi kapattım. Toprak'ın dokunuşu hala avuçlarımdaydı. Dünyanın tüm yükü sırtımdaymış gibi parmaklarımı zorlukla parmaklarına kenetlediğimde sessizce, bakışmadan ihtiyacım olanı anlamıştı. Başucumda otururken zorlukla baktım yüzüne. O da ağlıyordu. Ne güzel insandı Toprak! Bir başkasının acısını o kocaman yüreğinde ne güzel hissediyordu!

Kızarmış gözlerine son defa bakıp kirpiklerimi özgür bıraktığımda bakışlarım dünyayla irtibatı kesmişti. Toprak ellerimizi sıkarak "Geçti," diye fısıldadı kulağıma. "Geçti, geçti."

"Geçmedi." dedim benim bile duyamadığım bir sesle. İçimden tamamladım.

Ama artık, yalnız değilim.

İkinci TekilKde žijí příběhy. Začni objevovat