(1.4)-Birin rolü

Start bij het begin
                                    

"Sen de hoş duruyorsun," dedim sırıtarak. Bir süre gözlerime baktı. Ben de harelerimi onun beni özgürlüğe kavuşturan mavilerinden ayıramıyordum. Onunla tanıştığımız zamanlarda bana yeşil rengini sevdiğini söylemişti. Ben ise renkleri ayırmıyordum ama artık bir renk onun sayesinde daha güzeldi. Sanki mavi, onunla anlam kazanmıştı.

"Ee," dedi boğazını temizleyerek. "Gidelim mi?"

Başımı salladım. Toprak kibarca arabanın kapısını açtı. Bindiğimde o da kapımı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. "Tüm bunları nasıl buldun?" diye bir süre sonra sordum eteğimi çekiştirerek. Toprak oturunca eteğimin kısaldığını fark etmiş ve beni rahatsız etmemek için oturduğumuzdan beri hiç bu tarafa bakmamıştı. "Yani bunlar çok pahalı, olmalı."

Toprak için zengin ya da fakir diyemezdim. Orta gelirli bir ailesi vardı ve hiçbir zaman daha fazla para kazanma hırsında da olmamışlardı. Hazar amca daima alnının teriyle kazandıklarının bereketiyle yaşadıklarını söylerdi. Yine de tüm bunlar onun için -hele de ailesinden habersizken- zor olmalıydı. "Biraz," diye mırıldandı. "İstanbul'dayken üç yıl boyunca çalıştım ve harçlığımın bir kısmını biriktirdim. Bunları bu sayede kiralayabildim." Gülümsedi. "Fakat elbise o kadar yakışmış ki sana, sanırım onu satın almam gerekecek."

Kaşlarımı çattım. "Buna lüzum yok, Toprak. Her zaman bu tarz kıyafetleri giyebileceğim bir yaşantım yok."

"Ama..."

"Ciddiyim," Lafını kaba tabirle ağzına tıkamıştım. "Eğer illa benim için bir şeyler yapmak istiyorsan gülümsemen yeterli." Toprak başını sallayarak tebessüm etti. Araba on dakika kadar sonra bir şirketin önünde durduğunda Toprak bana döndü.

"Rolümüzü unutma, İdil olur mu?" diye beni kibarca uyardı. "Seninle iki yıllık evliyiz ve birbirimize üniversitedeyken aşık olarak evlendik." Gözlerini gözlerime tırmandırdı. "Sen yirmi beş yaşındasın, ben de yirmi yedi yaşındayım ve Türkiye'ye bu yılın başında Amerika'dan döndük." Bekledi. "Bir problem var mı?"

"Yok," dedim. "Hayır." Toprak arabadan indi ve etrafından dönüp kapımı açtı. Eteğimi düzelterek indiğimde "Ceren," diye mırıldandım kendi kendime. Bugünlük adım Ceren idi. Toprak sesimi duyduğunda kulağıma eğildi.

"Aras'tan iyidir," Şirket binasından girdik. Asansöre binip en üst katı tuşladığında aynadaki aksine baktı Toprak. "Bu yüzde hiç de Aras tipi yok oysa." Güldüm. Yansımamıza bakarken yakıştığımızı fark etmiştim. Belki de bu sadece zihnimin oyunuydu ve Toprak için oldukça çirkin duruyorduk. Toprak sırtını karşımdaki kısma dayadı ve beni izlerken başını hafifçe sağa eğdi. "Keşke kameram yanımda olsaydı, İdil. Sanki bana beni çek der gibisin."

Toprak'ın fotoğraf çekme tutkusuna gözlerimi devirdim. "Öyle bir şey demiyorum," diye konuşurken omuz silktim. "Yine de istersen ben külkedisine, araban da bal kabağına dönüşmeden önce çektiririz." Hevesle başını salladı.

Asansör durduğunda sırtını olabildiğince dikleştirdi Toprak. Kendinden emin adımlarla yürümeye başladığında ben de koluna girmiştim. Beraber sekreterin masasının önünde durduğumuzda Toprak sahte ismini söylediği an sekreter ayağa kalktı ve ellerimizi sıktı. "Hoş geldiniz efendim, Tunç Bey de sizi bekliyordu." Eliyle kapıyı işaret etti. "Buyrun lütfen."

Ona doğru eğildim. "Ne dedin de bu kadar hürmet gösteriyorlar bize?"

Toprak saçımı düzeltiyormuş gibi yaparak fısıldadı. "Yurt dışında birkaç şirketim olduğunu zannediyorlar, yalnızca."

Sekreter odanın kapısını açtığında Toprak yüzünü ciddileştirerek içeri girdi. Ben de derin bir nefes alarak adımladığımda bariton bir ses sekretere çıkmasını söylemişti. Kapı arkamızdan kapandığında şu andan itibaren yapacağımız en ufak hatanın başımızı ciddi anlamda derde sokacağını bildiğimden kendime son kez cesareti telkin ettim. Toprak ise benim aksime oldukça rahat görünüyordu. Gözlerimi kaldırdığımda masada duran Tunç'u gördüm önce. Fotoğraflarına dün dikkatle baktığımdan onu tanımıştım. Yanında bizim yaşlarda genç bir çocuk vardı ve o da merakla bize bakıyordu. Kahverengi gözleri benim gözlerimle çalıştığında içimde aniden bir huzursuzluk belirdi. Çocuk elini gür kahve saçlarından geçirdi ve Toprak'a da kısa bir bakış atarak Tunç'a döndü. "Öyleyse ben çıkıyorum, amca." derken onun onayını beklemeden karşımızda durdu ve bana baktı yeniden. Başıyla beni selamlayıp Toprak'a döndüğünde içimden bir ses bu çocukla daha sık karşılaşacağımızı söylüyordu. Adam Toprak ile el sıkışıp odadan çıktığında Tunç Beye odaklandım.

İkinci TekilWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu