(0.5)-Sıfırın bir'i

Start from the beginning
                                    

Omuzlarım sarsılana dek ağladığımın farkında değildim. Hala sesler geliyor, kapı aldığı her darbede zayıf sırtıma çarpıyordu.

Ağlamayı zayıflık olarak görmezdim ama yine de elimden geldiğince yalnız kalmadan ağlamazdım. Çocukken çok ağlamıştım, ailemin dönmesi için senelerce dua etmiş ve ağlamıştım ama gözyaşlarımın bana kazandırdığı hiçbir şey olmamıştı. O günden sonra da boş bir eylemi gerçekleştirmenin hiçbir anlam ifade etmediğine inandırmıştım kendimi. Fakat bazı anlar vardı ki insanın tek sığınağı gözyaşları oluyordu. Galiba ben de öyle bir andaydım.

Ateşim gitgide yükselirken bir süre sonra kapıdaki sesler sustu. Saat kaçtı bilmiyordum ama akşam olduğunu kestirebiliyordum. Başımı da kapıya yaslayarak hıçkırmaya başladım. Nasıl öleceğimi bilmiyordum lakin bu gidişle ölümüm çok da uzak veya farklı olmayacaktı. Gözlerimi yumarak sakinleşmeyi beklerken hıçkırıklarım aksine daha da şiddetlendi.

Kapı yeniden çaldığında irkildim. "İdil?" diye seslenen Toprak'ın sesini duyduğumda kalbimi kaplayan kara bulutlar az da olsa çekildi. Bir an o adamların döndüğünden korkmuştum. Toprak, kapıya daha sert vurdu. "İdil, ağlıyor musun sen? Lütfen aç kapıyı, konuşalım."  Elimin tersiyle yanaklarımı sildim ama yaşlarımın yerine yenilerinin gelmesi uzun sürmemişti. Toprak hala kapıyı çalmaya devam ederken bunun anlamsız olduğunu fark ederek kirli duvara tutundum ve yerden destek alarak ayağa kalktım. Ateşim çok olduğu ve uzun süredir ağladığım için görüşüm bulanıklaşmıştı. Belki de Toprak falan yoktu, sadece halüsinasyon görüyordum. Yine de kapıyı açtığımda onun şaşkın yüzünü karşımda gördüğümde ağlamama rağmen dudağımda büyük bir tebessüm oluştu. "İdil," dedi afallayarak. "Sana ne oldu böyle?"

Bilmiyordu. Ben de bilmiyordum. Hiçbir şey demeden yarın utanacağımın bilincinde olsam da kendimi kollarına attım ve o ne olduğunu anlamadan ona sımsıkı sarıldım. Başımı boynuna gömdüğümde "İyi ki geldin," diye boğuk ve çatallı bir sesle konuştum. Beni duyduğundan emin değildim. Bedenim hala hıçkırıklarla sarsılırken Toprak da şaşkınlığından sıyrılarak ellerini belime sardı ve bana, beni göğsüne hapsetmek istercesine sarıldı. Burnuma kokusu dolarken kendimi uzun zaman sonra güvende hissettim. O, gerçekten bana iyi geliyordu. Toprak güzel kokuyordu ve güzel seviyordu. İnsanlara değer veren inançlı biri olduğunu ilk bakışta anlamıştım ama ne yalan söyleyeyim bu denli şefkatli olduğunu tahmin dahi edemezdim. Bir eli usulca saçıma tırmandı ve normalde insanların dokunmasından hoşlanmadığım saçlarımı annemin bir kere bile sevgiyle taramadığını bilmeden okşamaya başladı. Bu hıçkırıklarımı çoğaltırken ne kadar süre öyle kapı pervazında dikildik bilmiyordum. Toprak biraz sakinleştiğimi anladığında yavaşça geri çekildi. Avuçları yüzümü kavradığında aniden şefkat dolu gözleri karardı ve "Sen yanıyorsun İdil!" diye haykırdı. "Kahretsin!"

Bedenim bunu hatırlatmasını bekliyormuş gibi yığıldığında düşmeme engel olarak bir kolunu belime sardı Toprak. Diğer kolu da dizlerimin altından geçerken kendi kendine bir şeyler söylese de ne dediğini anlamıyordum. Odamın kapısını kapatarak kucağında benimle birlikte çıktı. Soğuk, tenimi yalarken kollarımı zorlukla kaldırıp boynuna sararak gözlerimi kapattım. Yarın kesinlikle pişman olacaktım. Ben hiç kimseye tamamen teslim olmamışken daha birkaç gündür tanıdığım adama dair beslediğim bu güven beni olduğumdan farklı birine dönüştürüyordu. Babaannem insanlara güvenmek için onlarla bir ömür geçirmek gerekmediğini söylemişse de tecrübelerim bana aksini ispatlamıştı her seferinde. Öyleyse niye şimdi güveniyordum ona? İşte, bu sorunun cevabını kendim bile veremezdim.

Bir taksiye bindiğimizi yarım yamalak açabildiğim gözlerimle gördüğümde çalkantılı bilincim tamamen gitmeden önce son görebildiğim şey, Toprak'ın telaşlı gözleri oldu.

İkinci TekilWhere stories live. Discover now