➤ 1 : having dinner with friends

5.5K 360 593
                                    

Burnuma elimde tuttuğum ve az önce kopardığım beyaz güllerin kokusu gelirken ince parmaklarımla onları bir sağa, bir sola çeviriyordum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Burnuma elimde tuttuğum ve az önce kopardığım beyaz güllerin kokusu gelirken ince parmaklarımla onları bir sağa, bir sola çeviriyordum. Çevirdikçe beyaz yaprakları yere düşüyordu birer birer.

Belki de daha fazla ölmesinler, daha fazla acı çekmesinler diye onları çevirmeyi bırakmam gerekiyordu. Belki onları okuduğum romanlarımın birisinin arasına koyar kuruturdum, unuturdum. Onlara beni rahatsız eden şeyleri söylemeyi ve unutacağım bir yere bırakabilmeyi o kadar çok isterdim ki.

Onun yerine dikenlerinin battığı ellerime bakmak zorundaydım her gün.

Serin havada Mark'ın kırmızı pikapının kasasına tırmanmış, diğerlerinin dersinin bitmesini bekliyordum, biraz ilerideki bankların orada Jeno ve Mark ciddi bir konuşma gerçekleştirirken bana burada diğerlerini beklememi söylemişlerdi. Normalde her denileni yapan bir metabolizmam yoktu lakin bugün sabahtan beri herkes ekstra gergin görünüyordu.

Mesela Mark beni sabah annemin evinden kırmızı pikapıyla alırken her zamanki gibi erkenden gelmek ve korna basıp aşağı inmemi sağlamak yerine gecikmişti. Bana kısa bir günaydın sunmuş, henüz zihnimde doğmamış güneşin üzerine konuşmayarak kara bulutlar örtmüştü. Normalde olsa sabah kahvaltıda yediğimden tutun da önceki akşam neler yaptığımı bile sorardı. Arada sadece kendisinin güldüğü espriler yapardı veya telefonundan beğendiği şarkıları açardı.

Fakat bu sabah beni kampüsteki Dil Edebiyat binasının önüne bırakana kadar tek kelime etmemişti. Müzik açmamıştı. Camları bile açmamıştı ki arabadayken camların açık olmasını sevdiğimi bilirdi. Bugün onda bir terslik vardı.

Yalnızca Mark'ta da değil, genel olarak gergin olan Jeno bile bir sinirliydi. Alışılmadık bir şekilde Donghyuck da sabah bizi rahatsız etmemişti. Kızlardan da mesaj yoktu.

Sıkılmış bir şekilde pikapın kasasından aşağı atladım ve konuşan ikiliye doğru ilerlemeye başladım. Benim onlara doğru geldiğimi fark eden Mark başına geçirdiği siyah cap'in altındaki gözlerini üzerime çevirdi. Kollarını göğsünde birleştirmişti. Üzerinde siyah bir ceket, siyah dar bir kot, aynı renk converseler ve içine giydiği beyaz, ince bir kapüşonsuz sweat vardı. Sırtında da tek askısını taktığı siyah bir sırt çantası vardı. Hoş duruyordu fakat yorgun görünüyordu. Bir an önce Mark ile baş başa kalıp ağzını yoklamak istiyordum.

Mark, Jeno'ya bir şeyler söylediğinde Jeno elini çenesine götürürken bana baktı. "Seo," dedi Jeno konuştukları şeyi bölmemden hoşnut olmayarak onların yanına vardığımda. Üzerinde koyu kahverengi kazağı ile onun üzerine giydiği deri ceketi vardı. Botları ve pantolonu siyahtı. Saçı bugün ekstra dağınıktı ve rüzgarda tutam tutam uçuşuyordu. Jeno her zamanki gibi karanlıktı, sanki elimi ona uzatsam ben de karanlığa boğulacakmışım gibi hissediyordum.

Belki de fazla dramatikleştiriyordum insanları. Kyu üzerimde kötü etki bırakıyordu, iyice ona benziyordum.

"Yarım saattir bekliyorum," dedim ellerimi soğuktan üşüdükleri için üzerimdeki siyah hoodienin ceplerine koyup. "İki dakikaya herkes gelecek. Şu konuşmayı sonra yapsanız?"

Another Sad Love SongWhere stories live. Discover now