Eşiniz Atlas Bey denilince kırpıştı gözlerim... göğsümdeki yumru titreşti. İkiye ayrılan ince bir dal parçası gibi kırıldım.

Demek bu yüzden, diye düşündüm. Demek bu kadar basit.

"Benimle gelmedi." dedim.

"Uçaktan ayrı ayrı mı indiniz?"

"Hayır, uçağa hiç binmedi."

Tunç duyduğuna inanmayı reddeder bir haldeydi. Git gide yükselen bir sesle,

"Ne demek uçağa hiç binmedi? İki bilet ayırtılmıştı!" diye bağırdı. Ve sonra tabutumun üstüne son çiviyi çaktı: "Seni buraya yalnız başına mı yolladı?"

Ona doğru şuursuz denilebilecek bir adım attım, attığım anda da sanki zemin altımdan çekildi. Yığılmaya bir kala çelik gibi sert kollar tarafından yakalandım. Tutunamadığım yer Tunç'un kolları değil, kayıp giden umutlarım oldu. Sanki çok yükseklerden, devasa kanyonlardan aşağı düşüyordum. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Süreç başlamıştı bir kere. Zihnimde yeniden canlanan o anın hala çok taze olan etkisiyle kolum kanadım kırılıyor, içimden hayat çekiliyordu.

Oysa ben o anı düşünmeyi hiç ama hiç istemiyordum.

Arkamı dönüp de Atlas'ın elinde bilet olmadığını farkedişimi... Çırpınarak ağlarken beni kollarında zaptedişini, bir türlü bakmama izin vermediği ela gözlerini...ela gözlerini...ela gözlerini...ve o gözlerden akan bir damla yaşın hissettirdiklerini... mümkün olsa hafızamdan silip atmak istiyordum.

Sesi kulak çeperlerimde uğulduyor, kalbime taşıyamayacağım kadar ağırlık veriyordu.

Gitmek zorundasın aşkım.

Lütfen daha fazla zorlaştırma.

İçimde uykuya yatan canavarım uyanmış, göğüs kafesimi yumrukluyordu. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, sesi hala kulaklarımda, gözleri hala gözlerimde ve dokunuşu dokunuşuyla ürperen tenimde çok tazeydi. Yalvarıyordum beni bırakmasın diye ama o yine de beni bırakıp gidiyordu. Kabuslarımda bile görmek istemeyeceğim bir anın nasıl da gerçeğim haline geldiğini aklım almıyordu. Bilmediğim çok şey, anlamadığım daha da çok şey vardı.

Nereye gidiyorsun?

Nereye gidersem gideyim...

Yüzündeki o son bakış bir pençe misali saplandığı kalbimi kanırtmaktan, kan revan içerisinde bırakmaktan başka işe yaramıyordu. Kördüğüm olduğum o yerde gözlerimin önünde duran kişi Tunç'tu ama gördüğüm o değildi. Yutkunamıyordum bile. Bu yüzden bağıra bağıra sorduğu sorusuna verebildiğim tek yanıt kafamı iki yana sallamak oldu.

Gözlerimden geçen gölgeleri bile görebilecek kadar dikkatle inceleyen Tunç'un yüzündeki katı ifade kırılırken beni kollarına çekti. Kontrolüm çoktan yitip gitmişti, neredeyim ne haldeyim diye düşünmeden koyverip sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.

Etrafta konuşmalar vardı, duyuyordum fakat hiç dinlemiyordum. Bir hareketlilik vardı, bakıyordum, görmüyordum. Bir zaman sonra Tunç'un,

"Gidelim." dediğini algıladım. Bana mı demişti yoksa etrafındakilere mi onu da ayırd edemiyordum. O yürüyünce ben de yürüdüm. Birisi sırtımdan ağırlığı kendi ağırlığımı aşan çantamı aldı. Çaba gösterip etrafa göz atınca yanımda sadece Tunç ve Tunç için çalıştığını tahmin ettiğim bir adamın kaldığını farkettim. Tunç'un yönlendirmesine rağmen sürünürcesine ağır adımlarla yürürken, çantamı taşıyan adam birkaç adım önümüzden ilerliyordu.

POBEDAWhere stories live. Discover now