...
Servet kollarını plastik sandalyenin kenarlarına yayıp olabilecek en geniş pozisyona ulaştı. Karşısındaki adamın bu gamsız halleri şu an Muhammet'i rahatlatan tek şeydi.
"Sonra içeri dönen adam yerine oturur."
Hep yaptığı gibi saçma sapan fıkralardan birini anlatmaya başlamıştı. Adam o kadar başarısızdı ki bu işlerde Muhammet'in tipik soğuk tavrı bile onun için zirveye oynamak sayılırdı.
"Bu defa adamın karısının karşısına oturmuştur. Karı esnedikçe o da esner, karı esner, bizim katil esner."
Muhammet o an olmayan bir noktaya dalmıştı. Daldığı noktada ise mükellef bir rakı sofrası... Birkaç haftada bir kurdukları türden... Genellikle de eğlenme amaçlı donattıkları...
"Esnemesine engel olamayınca ayağa kalkıp ağlayarak itiraf eder. 'Esneme esnemeyi getirirmiş, yazık oldu samanlıkta yatanlara.' deyip yerine oturur."
Servet birkaç saniye yüzüne baktı Muhammet'in. En azından fıkranın bittiğini anladığını gösteren bir işaret vereydi. Beklese de gelmedi:
"Dünyadan Muhammet'e!"
Duyduğu görece daha yüksek sesi takip edip Servet'e çevirdi bakışlarını. Hâlâ düşünüyordu. Onu orada öldürmeli miydi?
Nasıl yapardı nasıl? Nasıl cesaret edebilirdi? Neye dayanarak? Muhammet bu duruma düşürülecek adam değildi!
"Yazık değil. Hak etmişler."
Servet önce ne yöne çekmesi gerektiğini bilemedi bu lafları. Onun şaşkınlığından kaynaklı bir mallıkla baktı yüzüne.
"Hak etmişler?"
"Öyle." Muhammet biraz diklenip oturuşunu değiştirdi. Bir saate yakındır buradaydılar. İnce bir çay kenarında kurulmuş içkili bir restoran. Sık sık uğradıkları...
"Şüphe bir kere girdi mi insanın içine, can alana kadar çıkmaz abi."
Söylediklerinin zihnindeki yankısı çok netti aslında. Derya bir piçti! Umut'la olan durumu fırsat bilip kendi saklı duygularını açığa çıkarmıştı. O ibne, Muhammet'in bu mesele karşısında susacağını, yutacağını, çünkü kimse tarafından duyulmasını istemediği bir sır paylaştıklarını sanıyordu.
Yanılıyordu! Tüm kemiklerini kırar yine böyle düşündürmezdi.
Ama yine de kendinden şüphe etti. Acaba yanlış mı davranmıştı? Derya'nın da bir ibne olduğunu anlayamayacak kadar dumur mu olmuştu zekası? Yoksa farkında olmadan ona açık kapı mı bırakmıştı? Tanıştıklarının ilk haftası onu köye götürmesinin altında böyle bir neden yattığını mı düşünmüştü?
O siktiği sırıtmaların kaynağı bu muydu yoksa? İçten içe "sana yavşamamdan hoşlanacaksın" mesajı mı? Canına mı susamıştı?
"Haklısın be Muhammet! Ama yine de esnedi diye karı öldürülmez koçum ya."
Söylediği sözlerin konuyla pek bağlantısı olmadığının farkına o an vardı. Saçmalamaya devam ederse Servet'ten başlayarak çevresindeki herkese başına gelenleri anlatmak zorunda kalacaktı.
Bu asla ama asla olmayacaktı!
"Bizim Nihat dayıyı hatırlıyor musun?"
Servet konuşmaya devam ederken telefonu öttü. Mesaj gelmişti.
Psikolog Derya: Haklı olmak hiç bu kadar canımı yakmamıştı : )
Doğru okuyup okumadığını kontrol etmek için telefonun ekranını kilitleyip gözlerini kırptı. Bu bir kabustu galiba. Yoksa başka hiçbir dünyada dayak yiyen biri böyle gevşek konuşamazdı.
Tekrar açıp bakmaktan kaçamadı. Şüphe değil meraktı başına bela olan! Bunu o an anladı.
Tam az önce okuduğu mesajın -maalesef- doğru okunmuş olduğunu anladığı sırada yenisi geldi.
Psikolog Derya: Enerjini boşalttıysan iki yetişkin birey gibi konuşalım.
Yok artık! Kesin canına susamıştı ve Muhammet'i çölde bir kaktüs misali sömürmeye niyetliydi. Başka, mantıklı bir açıklaması yoktu.
"Sende bugün bir haller var."
Servet masaya doğru uzanıp Muhammet'in dakikalardır dokunmadığı rakı bardağını aldı.
"Isınmış bu."
"Sorun değil. Buz isterim."
Servet'in sorgusundan kurtulmak için yerinden kalkmada buldu çareyi.
"Nereye? Garsonu çağırırdık."
"Tuvalete gideceğim, gitmişken yollatırım."
Arkasından garipseyen gözlerle baktığına emin olduğu adamı, soramadığı sorularla baş başa bırakıp ahşap binanın olduğu tarafa doğru ilerledi.
Telefonunu tekrar çıkarıp son mesaja baktı. Enerjiyi boşaltmak demişti. Sanki durduk yere gerilen bir Muhammet vardı karşısında. Burnuna, suçu ona atmak istediğine dair bir koku gelmişti.
Cevap yazıp yazmamak arasında çok gidip gelse de tutamadı kendini. En azından nasıl biri olduğunu bilmesini istedi.
'Biraz adam ol ve uzak dur. Yoksa yarım bıraktığım işi tamamlarım.'
Göndermeden önce bir kere okudu mesajı. Evet, yeterince tehditkâr ve ciddiydi. Tam da şu anda hissettiği gibi...
Tuvaletin kapısına varır varmaz ses geldi.
Psikolog Derya: Uzak durmak sana bir şey kazandırmayacak.
Lavabonun önündeki, yarım yamalak silinmiş aynada kendine baktı. Yüzünde bir yumuşaklık var mı diye sorguladı? Yoksa yürürken kırıtıyor muydu lan? Bu adam onunla nasıl böyle konuşabiliyordu?
Bu sorguların sonu hep aynı yerde bitiyordu. Umut... Hep onun yüzünden olmuştu. Telefona bakmadan aradı annesini. Zaten favorilerde ilk sıradaydı. İkinci çalışta cevap veren annesi yine şaşırtmamıştı. Kadın gecenin köründe arasa bile sanki tetikte bekliyor gibiydi. Ayağına kapanası...
Sesi istemeden de olsa sert çıkmıştı. Bundan zevk almıyordu ama bugün kontrolüyle ilgili travmatik problemler yaşarken bunu düşünecek değildi.
"Anne"
"Söyle oğlum."
"Bir şeye ihtiyacın var mı?"
Bu aslında "ihtiyacınız" demekti. Fakat uzunca bir süre bu şekilde telaffuz edilmeyecekti.
"Hayır oğlum. Sen gelecek misin? Yemeğe bekleyelim mi?"
"Bekleme anne. Gece geleceğim ama."
Bu da "Ben gelmeden uyuma ki Umut kaçamasın."dı. Hiçbir sözün aslında kendini anlatmadığı komünikasyon diyarı...
Vedalaşıp kapadıktan sonra derin bir nefes alıp son mesajı tekrar okudu. Annesinin sesi bir parça sakinleşmesini sağlamıştı. Sanki o "oğlum" dedikçe erkekliği sağlamlaşmıştı.
Bir mesaj daha yazıp telefonunu sessize aldı. Bu gece tekrar dönüp bakmayacağına dair kendine söz verdi. Bu işi yarın, sakin kafayla halledecekti.
'Boklu götünü sikmeden seni becereceğim ibne. Bekle beni.'
YOU ARE READING
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.
Gitme!
Start from the beginning
