{ Kavga }

420 24 18
                                    

Serin bir ağustos akşamı... İnsanlar bu güzel havayı değerlendirmek adına sokaklara akın etmiş.

Dükkân kepenkleri bir bir kapanıyor. İnsanlar saatin geç olmasına binaen yavaş yavaş evlerine dağılıyor.

Sokaklar gittikçe daha sessiz, daha ıssızlaşıyor. M.... Caddesinde henüz kapanmayan bir dükkân var. Burası bir internet kafe. İnsanların her türlü bilgiyi edinebilecekleri bilgisayarların halka sunulduğu dükkanlar.

Yalnız bu internet kafe de diğerleri gibi amacının çok üstünde bir eğlence veriyor insanlara. İki katlı olan bu dükkânın alt katı bilardo salonu, üst katı ise ikiye bölünmüş; yarısı internet kafe, yarısı playstation salonu.

İnternet kafe bölümünde 9 numaralı masada bir genç. 15 yaşında, kumral saçlı, esmer tenli, fazlasıyla çelimsiz, uzun süre elektronik cihaza bakmaktan şişip kızaran gözleri, adeta uzayın sonsuz karanlığını andıran biçimli göz bebekleriyle, yakışıklı sayılabilecek korkak görünümlü bir genç.

Oynadığı oyuna kendini fazlasıyla kaptırmış, öyle ki kaybettiği tüm yüz hatlarından okunuyor. Canı sıkılmış olacak ki hışımla masadan kalkan genç duvarda asılı olan saatte 23.37 rakamlarını görünce aniden tüm yorgunluğu yok oldu. Hışmının yerini korku aldı. Heyecanla kasada ki kızın önüne cebinden çıkarttığı bir miktar parayı bırakarak hızla kendini sokağa attı.

Zaman zaman seri adımları yavaşlıyor, nefesini biraz toparlayınca tekrar hızlanıyordu. Genellikle korktuğu için girmediği tenha ara sokaklar yerine kullandığı cadde, yolunu oldukça uzatıyordu. Ancak şimdi bu tenha ve karanlık sokaklar ona daha dost canlısı görünüyordu.

Daha fazla düşünmeye gerek duymadan önünde ki ara sokağa daldı. Korku filmlerinden fırlamış gibi duran, genellikle yanıp sönen sokak lambalarıyla her köşeden sesleri gelen sokak kedilerinin olduğu sokakları seri adımlarla yürümeye devam etti. Bir sonraki köşeyi dönünce diğer caddeye ulaşmış olacaktı.

Köşeyi dönmesiyle adımları kesildi, göz bebekleri küçüldü ve tekrar büyüdü, kalp atışları hızlandı, nefesi düzensizleşti. Karşısında ki çocukları tanıyordu, nasıl unutabilirdi ki?
İlkokul dördüncü sınıftan bu yana ona zorbalık yapan, cep harçlığına el koyan, onu tartaklayan Merih ve Özcan'dan başkası değildi bunlar.

"Ooooo, bakın burada kim varmış? Görüşmeyeli nasılsınız Uzay Bey? "

"i... i... iyiyim Özcan."

Kısa bir sessizlikten sonra söze Merih'te karıştı;

"Hiç yakışıyor mu uzay, ben sana böyle mi öğrettim? Hani nezaket? İnsan ennn sevdiği arkadaşlarının halini hatırını sormaz mı hiç?"

"Şe, şey."

"Ne, ney? Neyse lafı uzatma da dört günlük haracı sökül bakalım."

"Ama, ama be... benim yanımda hiç para yok."

"Dert ettiğin şeye bak."

Merih bir anda Uzay'ın cebine elini daldırdı ve Uzay'ın cep telefonunu aldı.

"Bak mesela, Özcan sence bu kaç günlük haraç sayılır?"

"Hmmm bence bu telefon bir haftalık haracımızı karşılar."

"Dört günlük borcun vardı, bir günü de gecikmeye sayarsak, 2 gün sonra ki haracı hazırlasan iyi olur!"

Hem çok korkmuş hem de telefonuna el konulması yüreğine dokunmuştu Uzay'ın. Göz yaşlarını tutamamıştı yine, yanaklarında tane tane göz yaşları süzülmeye başlamıştı ki, içinden "hayır" nidasını haykırdı. Bir anda içine dolan cesaretle Merih'in kurcalamakta olduğu telefonunu elinden aldığı gibi koşmaya başladı.
Merih ve Özcan afallamışlardı. Kendine ilk gelen Merih oldu.

UZAYWhere stories live. Discover now