On sekizinci Bölüm

4K 456 100
                                    

Saatlerdir burada oturup kendimi mi kandırdım ben acaba? Göz ucuyla beni süzüp durmalarını görmezden gelip anlayış göstermek, beklenildiği gibi hareket etmeye çalışmak ne kadar doğru? Yanlış kime ve hangi ana ait bilemiyorum. Ortada bir yanlış elbette ki var ancak onu sahiplenmeyi de içim almıyor.

Hepsi namazlarını kılmaya gidiyor, ben de bana ayrılan odama çekiliyorum. Biraz Cavidan'la mesajlaşıyorum. Namaz kılmadığım için dışlanmış hissettiğimi, aslında eve geldiğimden beri görmezden geldiğim tuhaf esen rüzgârın yüzüme bu şekilde çarptığını anlatıyorum.

"Olmayı seçtiğin kişi için üzgün hissetme." Diyor, onu haklı buluyorum ama yapamıyorum. "Eğer bir günah işlediğini düşünüyorsan bu senin günahın, utanacağın kişi de onlar değil. Ha kötü hissetme sebebin de bu değil bana kalırsa... Onlar gibi olmanı, uyum sağlamanı bekliyorlar ve bu da doğal olarak rahatsız ediyor seni. Onlar gibi olamamak yıpratıyor, yıpratacak da... Sen çirkin ördeksin Zühre ve hiçbiri senin aslında bir kuğu olduğun gerçeğini bilmiyor. Aşk, meşk bunlar insanın karşısına insan istediği sürece çıkan şeyler. Olmuyorsa bırakırsın canım, üzülme bu kadar." Yine çok acımasız ve net bir şekilde kendini ifade ediyor. Söz konusu aşk olunca o kadar kolay ki onun için sonuca varmak. İkilemde kalmak onun için oldukça anlamsız... Acıları tahayyül edip üzülmek, korkmak yerine acıyı tatmayı yeğliyor çünkü.

"Yapamam Cavidan, onsuz yaşamam ki... Olamadığını gördüm."

"O zaman güçlü duracaksın. Onlar için de sen yeni bir deneyimsin. Senin gibi birini beklemiyorlardı. Eşref için de kolay değildir büyük ihtimalle. Kesin bir kenara çekip hesap soruyorlardır şimdi." Gülen bir ifade atıyor, durumu bu kadar hafife alıyor olması ilk defa iyi geliyor bana. Bilmiyorum, o anlattıklarıma böyle yorumlar yaptıkça, yaşadıklarımı olağan karşılamaya başlıyor ve herkesin başına gelebilecek şeyler gibi görüyorum.

Biri kapımı tıklatıyor, Cavidan'a cevap vermeyi erteleyerek kapıyı açıyorum. Eşref gelmiş, koridoru yoklayıp kimse olmadığını anlayınca boynuna atlıyorum. O da bana sımsıkı sarılıyor.

"İyi misin Zühre?"

İlgili sesinde, yılmış olmanın kırıntıları var. Doğrulup yüzüne baktığımda bana kırık bir gülümsemeyle bakıyor. Dayanamıyorum bu haline, yüzünü avuçluyorum. Üç günlük sakallarının ellerimin içine batmasını  hissediyorum bir yandan, bu his hoşuma gidiyor. Yüzündeki ifadenin nasıl dağıldığını, tüm dikkatini üzerime verişini gözlemliyorum. Benim ona dokunmamın tesiri bu denli kuvvetli mi diye düşünüp şaşırıyorum.  "Üzerine çok gelmiyorlar değil mi?" Diye soruyorum, kendimi toparlayarak.

Geçiştirir gibi bakıp gülüyor. "Onu nereden çıkarıyorsun, yok öyle bir şey!" Belki de beni tedirgin etmemek için bana belli etmemeye çalışıyor. Üsteleyerek, canını iyice sıkmak istemiyorum. Ellerini tutuyorum ve başımı kaldırıp yeniden yüzüne bakıyorum, "Böyle olacağını biliyorduk Eşref. Çok canını sıkma, ben iyiyim sen de iyi ol. Güçlü olmak zorundayız." Sessiz kalıyor. Sonra elleri ellerimden kurtuluyor ve başımı avuçlarının arasına alıp göğsüne bastırıyor. "İyi ki varsın. İyi ki geldin!"

"Seni çok seviyorum Eşref, bunu sakın unutma olur mu?" İyi hissetsin diye ve bir yandan da onunla birlikte bunu dillendirmek bana da iyi geldiği için bu itirafı yapıyorum.

"Biliyorum ve bunu biliyor olmak beni ayakta tutuyor. Bazı ipler kopmuyorsa da emin ol saygımdan."

Sanki ondan yapamayacağı şeyler istermişim gibi kendini açıklıyor olmasını garipsiyorum. Beni yanlış anlamasını asla istemem. Göğsünden ayrılıp başımı biraz kaldırıp ona bakıyorum. "Ben senden bizim için aileni karşına almanı istemiyorum, hiçbir zaman da böyle aptal entrikalar peşinde olmadım. Saklamayacağım, bana çok zor geliyor ama yine de onları da anlamalıyız diyorum, belki bu ilişkiyi kabullenmek sandığımızdan daha çok zordur onlar için." Mümkünmüş gibi sesimi daha da kısıyorum, "Büşra'ya bak bir de bana bak Allah aşkına? Tek bir ortak noktamız yok, melek gibi kadın!"

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin