Pobeda 2 (2. Kısım)

En başından başla
                                    

Çok huzursuz, çok rahatsız bir uykuya düştüm. Sürekli savrulan aracın içinde savrulan bedenim gibi ruhum da başı boş, savruk ve kimsesizdi. Rüyamda hiçbir yere varmayan koridorlar boyunca kan ter içerisinde koşuyor, bir türlü açılmayan kapılar yumrukluyordum. "Baba!" diye haykırıyordum, cevap gelmiyordu. Oysa sesimi duyacağına öylesine emindim ki ciğerlerim patlarcasına baba baba baba diye haykırmaya ve bir köşeyi daha dönerek koşmaya devam ettim. Bir anda koridor bıçak gibi kesildi. Önümde bembeyaz pamuk örtüyle kaplanmış, uçsuz bucaksız bir uçurum belirdi. Ayak parmaklarımın uçları sınırda kaldı, toz toprak döküldü uçurumdan aşağı, bense düşmekle düşmemek arasındaki seçim sanki kendi irademe kalmış gibi, orada öylece kararsız bir halde kalakaldım. Martı sesleri duydum gökyüzünde. Kafamı kaldırdım göğe ama tek bir martı bile göremedim. Son kez ve faydasızca seslendim boşluğa doğru: "Baba!" Tam da o anda onu gördüm. Uçurumun dibinde, beyazların üstünde, kanlar içerisinde... yerde yatan babam değildi. Atlas'tı. Korkuyla çığlık attım.

"İpek!"

Gözlerimi açtım. Başım her nasılsa Atlas'ın omzundaydı. Adeta yerimden sıçradım. Gerçekte de kan ter içinde kalmıştım ve Atlas'ın bana bakan gözlerinde endişe vardı.

"İyi misin?" diye sordu. Kesik kesik nefesler alırken hayatta oluşuna, bana bu şekilde endişeyle bile olsa bakışına şükrettim.

"Kabus gördüm." dedim soluk soluğa.

"Bana da öyle geldi."

Ter ensemden akıyordu ama titriyordum. Sinir, stres, anılar herşey çok yoğunlaşmıştı. Bir şey söylemek istedim, mesela iyiyim, gibi. Söyleyemedim. Çok şükür sen de iyisin, gibi. Onu da söyleyemedim. Dokunmak istiyordum ona, yüzüne, yanaklarına. Sıcaklığını hissetmek, yatışmak istiyordum ama o böylesine mesafeliyken kıpırdayamıyordum bile. Karşısında öylece, iri iri açılmış, cam gibi gözlerle bakmayı sürdürünce birdenbire oflarcasına bir soluğu koyverdi ve beni kendisine doğru çekerek başımı göğsüne yasladı.

Teninin kokusu, bu sıcaklık öyle bir özlemdi ki içimde sessiz haykırışlara dönüştü. Çığlık çığlık oldu içim. Sırtımı sıvazlayan eli, en büyük yaraları bile iyileştiren bir merhem gibiydi. Yokluğunu düşünemedim. Fazla da düşünmedim bunun üstüne. Sadece dile getirdim. Yüzümü gömdüğüm göğsüne doğru,

"Sana bir şey olursa katlanamam." diye fısıldadım. Dondu eli. Dondu bedeni.

"İpek..." dedi sitem edercesine.

"Yapamam. Yaşayamam."

"Yaparsın İpek. Yaşarsın."

"Konuşma böyle." derken isyanları kuşanarak geri çekildim.

"Asıl sen konuşma böyle!" Görünen o ki, isyan karşılıklıydı.

"Nasıl bu kadar zalim olabiliyorsun?"

Yüreğim batan, acıtan kırıklarla doluyken, yaşların gözlerime hücum etmesi kaçınılmazdı.

"Ben miyim zalim?" dedi hayret edercesine. "Ben mi oynadım seninle?"

İçime oturmuştu cümlesi.

"Pişmanım."

"Keşke daha önce pişman olsaydın."

"Keşke babanın tarafını tutmasaydın."

"Yine de anlatmazdın."

"Anlatacaktım!"

Artan hararetim yüzünden yükselmeye başlayan sesim, otobüsteki diğer insanların dikkatini çekiyordu. Ellerimi ağzıma kapadım. Yaşlar gözlerimden süzülerek akarken kafamı iki yana salladım. Onunsa gözlerinde acı alevler parlıyordu.

POBEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin