" İyi misiniz? " diye sordu beyefendi. Bu soruyu hiç kimseden duymayalı aylar olmuştu. Yüzümde, göz yaşlarımın arasından kendini belli etmeye çalışan bir tebessümle onayladım onu. Ne kadar inandırıcı olduğumu bilmiyordum tabii.

" Sizi birine benzetiyorum ama... İsminiz nedir acaba? Yanlış anlamayın lütfen. Gerçekten birine çok fazla benziyorsunuz. " dediğinde dikkatle inceliyordu yüzümü. O sırada bir taksi durdu önüme.

" Hiç kimseyim. " dedim net bir şekilde ve ona yönümü dönerek taksinin kapısını açtım. Fakat o sırada gergin bir şekilde ismimi fısıldadı.

" Süreyya? " dedi birden ve ben kapının ağzında kalakaldım. Arkamı dönüp yüzüne bakmalı mıydım bilemedim. Nereden biliyordu adımı? Tanıdığım birisi miydi yoksa? Senelerce kalmıştım bu şehirde. Bizim köyden birisi olabilirdi tabii. Ben tanımıyordum ama... Çokta önemli değildi. Ben bu şehri unutmak için çok büyük bir savaş vermiştim ve şimdi de bu şehir beni unutmalıydı... Bu yüzden hiç konuşmadan taksiye bindim ve gideceğimiz yeri söyledim. Süreyya güçlü kal!

Evi tarif etmemin üzerinden 40 dakika geçmişti ki taksici beni istediğim yere getirmişti. Parayı verip inerken kalbim yerinden çıkacakmış gibiydi. Taksiden iner inmez derin bir nefes aldım. Elimde çantam köyün ortasında ben... Rüzgar saçlarımı uçururken soğuk bakışlarımla seyrediyordum etrafı. Hiç değişmemişti... Her şey o kadar aynıydı ki... Ağaçlar çiçek açmıştı tek... Evler, dükkanlar, yollar bile aynıydı... Derin bir nefes aldım doğup büyüdüğüm yerden. Yürümeye başladım sonra fakat adımlarımı nasıl atacağımı unutmuş gibiydim,  afalladım biraz. Zaten ben heyecanlanınca hep böyle olurdu. O sırada önümden bir kamyon geçti , arkası sandalye doluydu. Biliyordum bu kamyonu. Düğün olacaktı köyde galiba. Onun içindi bu sandalyeler. Biz Ali ile evlenirken de bu kamyonla gelmişti sandalyelerimiz. Bu adam hep düğün işleriyle ilgilenirdi zaten, Ahmet amca... Bundan tam bir sene evveldi. Rüya gibi bir düğünle evlenmiştim Ali ile. Ali benim çocukluktan beridir sevdiğim tek insandı. Aynı zamanda da amcamın oğluydu. Benim annem babam olmadığı için onlarla birlikte kalıyordum ben. Aslında öz amca çocukları değildik biz. Ali'nin babası ile benim babam askerlik arkadaşıydı. Bu yüzden babasına hep amca, annesine de yenge dedim. Annem ve babam trafik kazasında ölmüşlerdi, ben henüz on yaşındaydım. Hiçbir akrabam sahip çıkmamıştı bana. Halil amca babamı çok severdi. Bu yüzden o almıştı beni evine. Onun kızı olmuştum ben. Biz Ali ile ilk başlarda hiç anlaşamazdık, nefret ederdik birbirimizden fakat gönül ya bu... Sonradan sevmiştim ben Ali'yi, çok sevmiştim. O da beni sevmişti tabii... Düğünümüz oldu geçen sene bu vakitler... Hatta bir hafta sonra tam bir sene olacak. Gaziantep'ten uzakça bir yerde arsaları vardı oraya ev yapmıştık. Bahçemiz vardı orada, hayvanlarımız bile... Evlendiğimiz gün heyecandan ölecekmiş gibi girmiştim o eve ve evet ölmüştüm de... Ama heyecandan değil... O gece Ali bir kalp krizi geçirmişti. Sonra apar topar hastaneye kaldırılmıştı... Ben gelinlikler içindeyken ise ölüm haberi gelmişti... Ve ben bir sene boyunca ne mezarına gelebilmiştim, ne amcamların yanına... O evi kendime mezar yapmıştım. Ama şimdi hayatımın bu adaletsiz gerçeği ile yüzleşme vaktiydi... Ali'min mezarı için gelmiştim... Onunla toprak olmamıştım belki ama onunla ölmüştüm... Bu süreçte amcamlarda asla yanıma gelmemişlerdi. Her ay para yolluyorlardı o kadar. Arardım bazen ama konuşmak istemezlerdi benimle. Ali'yi hatırladıkları içindi sanırım bilemiyorum, yediremiyorumda kendime...

Yürümeye başladım eve doğru. Yürüdüğüm yerde tanıdığım kimseye rast gelmemiştim. Birini görüp sıkıca sarılmak geçmişti içimden. Çok istemiştim bunu, unutmuştum çünkü sarılmak nasıl bir duyguydu. Nihayetinde gelmiştim gelin olarak çıktığım evin önününe. Kalp atışlarımın dışarıdan duyulduğuna emindim. Ne demeliydim, nasıl davranmalıydım, daha önce kafamda defalarca kurgulamıştım ama şuan hissettiklerim, düşündüğüm her şeyi bastırıyordu. Çantayı usulca bıraktım kapının önüne. Terleyen ellerimi elbisemin eteklerine sürttüm. Daha sonrada cesaretimi topladım ve kapıya vurdum. İçeriden baya bir ses geliyordu. Kalabalıklardı herhalde. Açan olmamıştı kapıyı. Belkide duymamışlardı, bu yüzden iki kez daha vurdum. Bir kaç dakika sonra minik bir çocuk açtı kapıyı. Minik ve kilolu. Tanımıyordum bu ufaklığı fakat dikkatimi evin girişindeki yığınla ayakkabı çekmişti. Kötü bir şey mi var diye düşümekten alıkoyamadım kendimi. Telaş ettim hemen. Başımı hafif uzattığımda sesleri ve kalabalığı daha iyi görüp duyabiliyordum. İnanların yüzü gülüyordu. Bu demek oluyordu ki kötü bir şey yoktu.

" Halil amcam nerede? İçeride mi? " diye sordum önce.

" Halil dedem dışarıya çıktı en son, ne zaman gelir bilmiyorum abla, düğün için mi geldin? " diye sordu. Bakışlarım değişmişti.

" Düğün için mi? Ne düğünüymüş o? Hem ne oluyor içeride bakalım? " diye sordum merakla.

" Azra ablamın dini nikahı kıyılıyor içeride. Akşama kınamız var. " dedi ve tebessüm ettim.

" Azra ablan kim? Tanımıyorum ki ben onu? Hem kimle evleniyor bakalım? " diye sordum.

" Abimle, A... Halil dedeee! " diye çığlık attı birden ve sıkıca kapattım gözlerimi. Dönemedim arkamı. İçimden bir şeyler kopup gitti sanki... Baba deyip ayaklarına kapanasım gelmişti. Saçlarımı okşasın diye yalvarasım... Yüreğim bölünüyordu sanki. Süreyya, o senin baban!

Usulca döndüm arkama doğru ve amcamın beyaz sakallı yüzü ile karşı karşıya geldim... Uzun boyu, göbeği, elinde tesbihi, ayağında şalvarı... Öylece durup gözlerime bakıyordu. Bir telaş sarmıştı sanki bedenini. Ağzı açık kalmıştı beni görünce. Gözleri kızarmıştı saniyeler içinde. Adımı söyleyecek gücü kendinde zor bulmuş gibi bekledi biraz. Fakat ben tutamadım kendimi ve ağlamaya başladım.

" Baba... " diye fısıldadım sesim titrerken.

" Süreyya... " diye seslendiğinde güçlükle çıkmıştı ismim ağzından. İşte o an daha fazla dayanamadım ve koşarak boynuna sarıldım. O kadar sıkı sarılmıştım ki sanki kimse ayıramayacaktı bizi.

" Babam! " diye haykırdım göz yaşları içinde. O güzel kokusunu içime çektim doyasıya, sakallarından öptüm, başımı göğsüne gömdüm, orada kaybolmak istedim. Fakat o konuşmuyordu, hala şoktaydı, hiçbir tepki göstermiyordu.

" Ben seni çok özledim! " diyebildim nefes almaya çalışırken. Daha sonra geri çekildim ve ellerimle yüzünü avuçladım.

" Baba, ben geldim bak! " dedim hiddetle. Oysa gözünden yaşlar süzülürken, bakışlarını benden kaçırdı ve tek bir şey söyledi.

" Süreyya, git... Yalvarırım geri git! "

Öldür Onu SüreyyaWhere stories live. Discover now