"Kötüsün." dedim. "Saf kötülüğün vücut bulmuş halisin."

Düşünürcesine gözlerini yukarı kaldırıp dudak büktü.

"Teknik olarak ben aynayı yüzünüze tutmaktan farklı bir şey yapmadım. Kenan yaptı, sen yaptın, Atlas... yapabileceği halde yapmadı. Senin de ifade ettiğin üzere."

"Şu yaptıklarınla nefret ettiğin Kenan Dorukan'dan ne farkın var? Adam kendi menfaatleri uğruna suçsuz insanların günahına girmiş yıllar yılı, kendi menfaatleri uğruna gerçeklere istediği gibi şekil vermiş. Senin şu yaptığın farklı mı?"

"Aynı mı?" diye kükredi birdenbire alevlenerek. "Saçmalama artık kimi savunuyorsun sen asıl onu bir düşün. Atlas'ın kim olduğunu görmüyor musun? Baban kendi ipini kesti, öldü, gitti diyen bir adamın oğluyla evlisin sen! Kendi sözlerini ne çabuk unutmuşsun, hatırlatmak mı oldu benim suçum? Sen sinir krizi geçirirken o babasının yanındaydı. Ben vardım yanında! Boşanmak istemiyorum diyen adam çekti gitti bak! Bak!" Sesi artan öfkesiyle birlikte kademe kademe yükselirken kollarını öfkeyle iki yana açtı. "Kim var yanında? Kim savaşıyor senin için hala?"

Atlas gitmişti ve ben Atlas'ı gittiği için suçlayamıyordum. Yanımda olduğunu iddia edenin olmayandan daha çok zararı vardı hayatıma.

"Sen benim için değil, kendin için savaşıyorsun."

"Öyle mi İpek?"

"Evet öyle! Evet! Öyle! Ben senin kuklan değilim! Kullandın, tükettin, ben bittim. Senin işin bitmedi mi benimle hala?"

Bir an şaşkınlık içinde ne diyeceğini bilemez gibi kaldı. Ve ben bundan faydalanıp son oku fırlattım.

"Sen tam olarak Kenan'ın oğlusun."

Gözleri tehditkar bir ifadeyle kısıldı.

"Sözlerine dikkat et."

"Ne olur etmezsem? Ne yapacaksın? Bizzat kendin söylemedin mi? Sende olmayan bende de yok demedin mi? Sen kötülükten besleniyorsun! Zaafları körüklemekten zevk alıyorsun! Sevmek nedir bilmediğini kendin söyledin! İnsanları menfaatin uğruna yönetmeye adadığın bir zekan var! Daha ne kadar kötü olabilirsin? Söyle, daha ne kadar Kenan'ın oğlu olabilirsin?"

Öfkeyle kolumu yakaladı. Seslerimiz yükselmeye başlayana kadar bizi umursamayıp kendi aralarında konuşmakta olan Korhan Alkan ve avukatı artan öfkeyi görerek bize döndüler. Korhan Bey, tam da o an Tunç'un kolumu sıktığını farketti.

"Tunç!" diye kükredi yeri göğü inleten otoriteyle. "Napıyorsun sen?"

Binbir renkler barındıran bir adamdı. Tonton görüntüsünün altında böyle bir tavrı maskelediğini tahmin edebiliyordum. Fakat bizzat görmek beni bile ürkütmüştü. Tunç anında elini çekti. Öfkeyle kapayıp açtığı gözlerinde hala öfkeli bakışlar parlıyordu.

"Beni kışkırtma." dedi neredeyse fısıldayan bir sesle. Gözlerim, onunla babası saydığı adam arasında gidip geliyordu. Tunç'un adama arkası dönüktü ama Korhan Bey, hala boşlukta yankılanan sesi kadar etkileyici bir şekilde görünmez bir el gibi Tunç'a müdahale ediyordu. Tunç sandalyesinde geriye yaslanarak benden biraz daha uzaklaştı.

"Bu aptal tartışmaya bir son verin." dedi Korhan ve son verdiğimizden emin olana kadar bekledi. İkimiz de sessiz kalınca oğlunu muhatap alarak devam etti. "Sana yeterince alan tanıdım. Herşey istediğin gibi olsun istedim, karışmadım. İstediğini aldın. Artık yeter."

Tunç hala öfkeli görünüyor fakat itiraz etmiyordu, bense tek kelimeyle şaşkındım.

"Sana gelince İpek. Bize son kararını söyle. Bir istiyorum bir istemiyorum diyemezsin. Bu iş çocuk oyuncağı değil. Ne kadar ciddi olduğunun farkına var. Eğer kabul edersen sen Atlas'tan davacı olacaksın. Babanın yasal mirasçısısın. Davayı da kazanacaksın. Bundan yana şüphen olmasın. Fakat sen bunu istiyor musun?"

POBEDAWhere stories live. Discover now