0.2

1.1K 135 63
                                    

Uyandığımda odada benden başka kimse yoktu. Liam, Niall ve Zayn gitmişti. Kafamı kaldırmaya çalıştığımda şiddetli bir ağrı belirdi. İlaçlarımı koyduğum poşet neredeydi bilmiyordum. Gözlerimi devirerek kalkmaya yeltendim. Puslu hava çoktan kararmış, hava kurşunla koyu mavi arasında bir renk almıştı. Çocukların nereye gittiklerini düşünmeye çalışırken vadideki evin bacasının tüttüğünü ama ışıklarının kapalı olduğunu gördüm. Başımı ovuşturdum ve ışıkları kapalı loş odaya baktım.

Yatakların uzaklığı normaldi. Benim yanımda Liam yatıyordu. En uzak köşede ise Zayn. Yataklar neyse ki genişti. Dolaplar meşe ağacındandı sanırım ve büyüktüler. Ve sıkıcı.

Banyo olduğunu tahmin ettiğim yere girdim ve yüzüme soğuk su çarptım. Hâlâ yolculuk ettiğim giysilerimle duruyordum. Yine de üstümü giyinmeye üşendiğim için uğraşmadım. Odadan çıktım ve Liam'ın beni getirdiği yönleri hatırlamaya çalışarak yemek salonu olduğunu tahmin ettiğim bir odaya girdim; oda kilitliydi. Oflayıp bir başka odaya girdim ama orası da kilitliydi. Ne oluyordu amına koyayım? Karnım acıkmıştı.

Bir başka odada şansımı deneyecekken koridordan çok güzel bir müzik sesi duydum. Beynim oraya gitme, rahatsız etme diyordu ama kalbim müziği, bana verdiği huzuru ve eski okul günlerimi özlemişti. Ellerim kapı tokmağına gitti. Usulca kapıyı açtım.

Oda loştu, güzel kokuyordu. Sabun ve mum gibi.

Ses çıkarmadım çünkü rahatsızlık vermek istemiyordum. Elvis Presley'a ait parçayı çok güzel çalıyordu. Ona istemsizce hayranlık duymuştum.

Wise men say only fools rush in
But I can't help falling in love with you
Shall I stay?
Would it be a sin
If I can't help falling in love with you?

Onu dinledim ve tekrar gitarı çalmasını bekledim. Öyle güzeldi ki kendimi dinlemekten alıkoyamıyordum. Hissederek, yaşayarak söylüyordu.

Like a river flows surely to the sea
Darling so it goes
Some things are meant to be
Take my hand, take my whole life too
For I can't help falling in love with you
Like a river flows surely to the sea
Darling so it goes
Some things are meant to be
Take my hand, take my whole life too
For I can't help falling in love with you
For I can't help falling in love with you

Sustu ve gitarı kucağından indirdi. Yüzünü tam göremiyordum ama saçları uzundu, kollarında tıpkı benim gibi dövmeler vardı ve parmaklarındaki yüzükler çok şıktı. Asla takmazdım ama ona yakışmıştı. Ses çıkarmadan tüymeye yelteniyordum ki "Gizlice dinlemenin ayıp olduğu sana söylenmedi mi?" diye konuştu.

Korkmuştum. Neden korktuğumu bile bilmiyordum ama beni gizlice dinlemeleri hoşuma gitmezdi, anında sorun yaratırdım. Belli ki onunda hoşuna gitmemişti ve umuyordum ki sorun yaratmazdı. "B-ben... özür dilerim," diye kekeledim. Kekelemek mi? Ben mi? Ah tanrım... "Koridordan geçiyordum ve müziğin sesi çok hoşuma gitti, rahatsız etmek istemedim. Üzgünüm." Bu sefer en azından kekelemediğim için mutluydum.

Çocuk karanlıkta bana döndü. Yüzünü göremiyordum ve bu çok sinir bozucuydu. "Buraya normalde kimse girmez, özellikle bu saatte."

Acaba o beni görebiliyor muydu? Galiba evet.

"N-neden?" Bir kekeleme daha.

"Çünkü herkes yemekte olur. Sen neden buradasın?" Sesi sinirli olmanın yakınlığından bile geçmiyordu. Öyle ki çok sakindi ve gerçekten neden burada olduğumu merak ediyordu.

"Müziğin sesi hoşuma gitti dedim ya!" Asabi cevabımdan sonradan pişmanlık duysam da geri dönmemeye kararlıydım. "Babam çalmama asla izin vermiyor, gizlice yapıyordum ama beni buraya tıktığına göre artık gizlice yapmak zorunda kalmam."

"Baban izin vermiyor demek..." Bir süre düşündü. "Adın ne senin, neden buraya tıkıldığını düşünüyorsun?"

"İsmim Louis ve neden buraya tıkıldığım senin gibi kaba bir yabancıyı hiç mi hiç ilgilendirmez." Kollarımı bağladım ve dudaklarımı büzdüm.

Keyifle güldüğünü duymuştum. "Burada beni rahatsız edenin sen olduğunu sanıyordum?"

"Y-yanlışlıkla oldu," dedim hemen. "Yemekhaneyi bulmaya çalışıyordum. Müziğin sesinden hoşlandım ve..."

"Edward."

"Efendim?"

"Benim adım Edward, Louis. Yemekhane alt katta sağda. Yakın bir zamanda daha iyi tanışacağız. Sana söz veriyorum."

*

Yeni tanıştığım çocuğun yönlendirmesiyle yemekhaneyi bulunca Liam'la karşılaştım. Niall ile beraber sırada bekliyordu.

Yanlarına geldim.

"Neredeydin?" diye sordu Niall bir yandan da parmak uçlarıyla yemeğe bakmaya çalışıyordu.

"Hiç." Geçiştirmiştim.

Liam bir tepki alırken "Seni çağıracaktım ama uyuyordun ve yorgun olduğunu düşündüm bu yüzden uyandırmayı pek istemedim," dedi. Açıklamasıno tatlı bulsam da omuz silktim. Hâlâ aklımda Edward denen çocuk vardı.

"Liam," dedim o asabi sesimle. Meraklı görünmek istemiyordum. "Edward kim? Bugün koridorda çarpıştık."

Liam kaşlarını çatarak Niall'a baktı. Niall yemek doldurulmuş tepsisiyle oturmak için güzel bir yer seçiyordu ama yine de sorduğum soruyu garip bulduğunu anlamıştım.

"Louis, bu okulda Edward isimli tek bir öğrenci bile yok."

Duyduğum bu cevapla olduğum yerde kalakalmış, hareket eden bir çocuğun bana çarpmasına neden olmuştum. Umursamadan Liam ve Niall'ın yanına otururken çocuğun şarkıyı büyüleyici bir güzellikte söylemesini, gitarı tutan yüzüklü parmaklarını, uzun kıvırcık saçlarını ve sakin ses tonunu bir daha düşündüm.
Bir hayal olamayacak kadar güzeldi.

Liam'ın onu tanımadığını düşündüm. Onu tekrar görmeyi çok istiyordum ki o da aynı şeyi söylemişti zaten; yakın zamanda tanışacağımızı...

"Her neyse," dedim ve gergin bir şekilde yemek yemeye başladım. O andan sonra ikisi de benimle konuşmaya cesaret edemedi.

Bu okuldan kurtulmadan önce Edward ile tanışmalıydım.

harry çoktandır hikâyede ama herkes onun hakkında başka bir ipucu veriyor bakalım louis ne zaman anlayacak...

desteklerinizi esirgemeyin, diğer bölümde görüşmek üzere💞

12.02.2019

one step closerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin