"Çok cepheli bir iç savaştım ben..."

38.9K 2K 1.7K
                                    

"bilirim nasıl döver kıyıları dalgalar 

şafağın güvercinler gibi coştuğu anı

akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar

ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı!"

Arthur Rimbaud 



Taehyung birkaç aydır, yıllardır görmediği, Kore'nin küçük bir kasabasında yaşayan halasından mektuplar alıyordu. Halası gönderdiği mektuplarda oğlunun yazdığı şiirlere de yer verip bir de ondan bir ricada bulunuyordu. Oğlunun bir süre onun yanında kalıp Taehyung'un yakından tanıdığı edebiyat ve sanat dünyasına onu tanıtmasını istiyordu.

Taehyung edebiyatı severdi bu nedenle hem babasının isteğini yerine getirerek ekonomi okuyup işlerin başına geçmiş hem de artakalan zamanlarda bir hobi olarak gördüğü edebiyatı da okumaya başlamıştı. Şiirleri okuduğunda gerçekten de iyi olduklarını düşündü.

Halasıyla bağları yıllar önce ailenin tasvip etmediği bir adamla evlenmesiyle kopmuştu. Açıkçası Taehyung onun ne yaptığını pek de merak etmiyordu ama yine de bu kadar ısrara dayanamamış ve hayatını değiştirecek olan o kararı vermişti.

Halası oğlunun kaç yaşında olduğunu yazmamıştı, sadece onun başına buyruk biri olduğunu ve evden sık sık kaçtığını söylemişti ancak Taehyung şiirlere bakarak bile onun yirmisini geçkin birisi olduğunu tahmin edebiliyordu. Halasına bir mektup yazarak isminin Jeongguk olduğunu öğrendiği oğlunu Seul'e davet etti. İşte Taehyung'un Jeongguk'u hayatına dahil etmesi böyle gerçekleşti.

......

Porgyul Kasabası, 1980

Ayaklarımı nehre uzatmış kitap okuyordum ama güneş ışınları öyle bir dik açıyla yüzüme vuruyordu ki bu gözlerimi kamaştırıp uykumu getiriyordu. Daha fazla bu duruma dayanamayacağımı anlayınca kitabı yüzüme kapatıp uzak ülkeleri, dağları, okyanusları düşlemeye başladım.

Ben buraya, bu küçük kasabaya ait değildim fakat annem bunu bir türlü anlamıyor, ruhum gözlerinin önünde çürürken bunu görmezlikten gelip benim tekrar yola çıkmama engel olmak için hiç tanımadığım yeğeninin yanına şiirlerimi yayımlayabilmem için beni göndermeye çalışıyordu. Elbette bunun bir bahane olduğunu biliyordum çünkü annem şiirden anlamazdı hele ki benim yazdıklarımı hiç anlamazdı.

Öyle ki bir seferinde bir kağıt parçası üzerine karaladığım bir şiirimi okuyup;

"Gerçekten de çok yakışıksız sözler kullanıyorsun. İnsanlar neden bu tür çiğ sözlerin geçtiği bir şiiri okusun ki?" demişti.

Anneme göre şiir öğretici olup insanları yüce dinimize çağırmalıydı. Babam kendini alkole verip evi terk ettiğinde annem kendisini dine adamıştı ve maalesef onun katı dini eğitiminden ablam gibi ben de geçmiştim. Tanrı'yı bu kadar sorgulamamın sebebi belki de onun bu baskıcı tavrıydı.

Annem içime kapandığımı fark edip yeniden evden kaçacağımı düşündüğü için beni güvenli bir liman olarak gördüğü yeğeninin yanına göndermeye çalışıyordu. Böylece hem onun aklı bende kalmayacak hem de ben bir şekilde arzuladığım yolculuğa çıkmış olacaktım. Annemin babam gibi beni de kaybetme korkusunun olduğunu anlayabiliyordum ama o beni anlamıyordu.

Ben şehir yaşamının ehlileştirdiği kibarlık budalası insanların arasına karışmak istemiyordum ki...

Benim evim doğaydı. Tabiat ana bana kucağını açmış büyük bir heyecanla ona sarılmamı beklerken annem ruhumu şehirlerin kuru gürültüsüne, beton yığınlarına hapsetmek istiyordu. Gezgin ruhum bir ülkeye, bir şehre ait olamazdı.

between us // taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin