Bölüm 2

486 42 90
                                    


Herkes dışını süslerken, sen içini, kalbini süsle. Herkes başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol! (Hz. Mevlana)

                                                                                 

Okula gitmek için bineceğim minibüste gözüme çarpan ilk şey minibüsün arkasında kocaman harflerle yer alan OKUL TAŞITI yazısıydı. Ayrıca arka tarafta yine kırmızı ışıklı DUR levhası yer alıyordu. Servise daha adımı atmamla kahkahalar yükseldi. Her girdiğim ortamda bunları yaşıyordum. Bunları yaşıyor olmak doğal mıydı bilmiyordum, ama bildiğim tek şey buna alışmak, kanıksamak epey zaman alacaktı. 

Başım önümde arka koltukların birine geçtim. Bu arada kahkahaların yerini kih kih gülmeler almıştı. Başımı hafif kaldırmamla birlikte meraklı gözlerin hâlâ üzerimde olduğunu gördüm. Gözlerini çevirenler olsa da yine de dönüp bakmaktan alamadılar kendilerini. Sıkıntıdan patlayacak duruma gelmiştim. Minibüsün basık tavanı içerideki öğrenci kalabalığıyla birleşince iyiden iyiye daraldım. Neredeyse ağzımı açacak:'' Yeter ne istiyorsunuz benden, hiç insan görmediniz mi?''diye bağıracaktım. 

Bağıramadım tabii ki... Yolculuk benim için kabir azabından beter bir hal alınca birazcık nefeslenmek için yanımda bulunan pencereyi açtım. Bu arada çocuklar bana şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyorlardı. İçeri dolan serin hava bana bir oh dedirtti. Bu arada çocuklardan biri beni servis şoförüne söylemiş olmalı ki ön taraftan bir uyarı geldi. ''O pencereyi açan kimse kapatsın.'' Şoförün nezaketten uzak uyarısı karşısında pencereyi kapatmak zorunda kaldım. Ama yine de istediğimi almıştım. O birkaç dakikalık temiz hava bana iyi gelmişti.

Nihayetinde okula geldik. Servisteki tüm öğrenciler aşağı indi. Ben hâlâ oturmaya devam ediyordum. İçimde fırtınalar kopuyordu. Araçtan inip arkama bakmadan buradan gitmeyi, tek başına bir ormanda, dağ başında ya da Robinson Crusoe gibi ıssız bir adada insanlardan uzak yaşamayı düşündüm. Tam bu türden hayallere dalacakken servis şoförünün uyarısıyla kendime geldim. Servisten indim. 

Okul bahçesinin önünde birkaç öğrenci duruyordu. Yanlarından geçerken bir ses geldi kulağıma:''Arkadaşlar şuna bakın, şuna. Ne çirkin şey bu! '' Diğer ses eşlik etti ona: ''Fazla bakmayın oğlum. Gece rüyamıza girecek.'' Başka bir ses:''Evet, Mehmet doğru söylüyor, bakmayalım.'' Önlerinden geçip gittim, okulun bahçesindeydim artık. Diğer okuluma nazaran daha küçük bir bahçeydi. Bahçenin bir köşesinde meyve veren cinsinden birkaç ağaç duruyordu. Ağaçların hemen önünde oturulmak için banklar, etrafta ise yüzlerce çocuk vardı. Okulun ilk günü olduğundan bazı veliler çocuklarıyla gelmişti.

 Annem ve babam benimle gelmek istememişti. Babamın zaten bahanesi hazırdı. Dükkana gitmesi gerekiyordu. Manifaturacıydı kendisi. Annem ise Ecem'i yalnız bırakamayacağını söyleyerek beni bir başıma göndermişti. ''Hem zaten servisle gidiyorsun. Bir sıkıntı olmaz.'' demişti. Halbuki kendisi de çok iyi biliyordu, ona Ecem'den çok benim ihtiyacımın olduğunu. Her zamanki gibi ses etmemiştim. Ailemin bana karşı olan bu öngörülerini(!) gördükten sonra diğer insanların bana olan tutumları beni daha az yaralamaya başlamıştı.

Öğrenciler, elinde mikrofon olan birinin- ki tahminime göre bu okul müdürü oluyordu- talimatıyla arka arkaya sıralanmaya başladılar. Ben ne yapacağımı bilemeden öylece duruyordum. ''Hey sen ne duruyorsun orada? Sıraya geçsene!'' diye bir ses duydum. Bana mı söylendi başkasına mı anlayamadım. Tam o an biri kolumdan tutup yüzüme bakmadan '' Kızım duymuyor musun, sağır mısın?'' deyip beni öğrencilerin oluşturdukları sıralardan birinin arka tarafına hafifçe itti. Öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı. 

YERSİZ  RUH- ŞİZOFREN KİTAP OLDU!!!😀Where stories live. Discover now