İmkansız Hedef

24.1K 475 33
                                    

Final kitabının kurgulaması biraz daha uzun sürecek gibi. O yüzden ufaktan yazma girişimlerine başladım. Biraz yavaş yazıyorum ama bir çözüm bulamadım henüz. Bu arada sınav sonuçlarım açıklandı. Atanmayı umacağım bir puan almışım, umarım alım olur. Benim için dua edenleriniz olduğunu biliyorum, hepinize çok teşekkür ederim. İyiki varsınız. Sevincimi de hüznümü de sizlerle paylaşmayı çok seviyorum. Umarım bölüm hoşunuza gider. Keyifli okumalar diliyorum.💕^^

"Bu mümkün değil!" diye yükseldi bir kez daha, katran rengi tırnaklı kadın. Usanmadan, sıkılmadan sunduğum her fikre karşı çıkmayı başarıyordu. "Bu sefer itirazın nedir Ferah?" diye tısladım dişlerimin arsından. Her zamanki yapay hitabet gücüyle, katran rengiyle süslü elini hitap ettiği kişiye uzatmıştı. "Efendim, son liderin oğlunun burada olmak için bir nedeni olduğunu anlayabiliyorum fakat yeğeni..." dedi, Usal'a yüzünü buruşturarak bakarken. "Onun neden burada olduğunu anlayamıyorum." Kısa tırnaklarım önümdeki masayı tırmalarken, dişlerimi birbirine kenetledim. Yekta'nın varlığıyla baş edemeyecekleri anladıklarında, umutsuzca tekrar Usal'a saldırmaları karşısında; delirmemek elde değildi.

"Ya, bir de benimle birlikte oluşu var tabi." diye girdim söze. Parmaklarım masada ritim tutarken olabildiğince tasasız görünmeye çalışıyordum. "Bana kalırsa Ferah, senin derdin son liderin kanından olanlarla değil direkt olarak benimle. Zira ağzımdan çıkan her fikre muhalefet, yanımda getirdiğim herkese karşı önyargılısın." İtirazı için o tiz sesi yükselmeden önce açılan dudaklarının kapanmasına neden oldum. "Seni artık uyarmam gerektiği kanaatindeyim. Benim bu masada oturmak, hak iddia etmek için kendimi kanıtlamam gerekmez. Ben buradayım çünkü son kilitkıranım, bu topluluğun varisiyim." Bakışlarım Usal'a değerken, kelimelerin üzerine basma gereği duydum. "Ve Usal burada çünkü ben öyle istiyorum."

Bu fütursuz muhalefetin fikir sahibinin Ferah olmadığını biliyordum. Belki tiz sesinin beni delirtmesinden dolayı, belki de ardındaki fikri belli edemeyecek kadar sığ olduğu için sözcü seçilmişti. Kelimelerinin dayandığı boşluk bana neye karşı olduğundan bile emin olmadığı izlenimi veriyordu. Masadaki topluluk içerisinde bana karşı olan muhalefeti körükleyen biri vardı ve bu kişinin Ferah olmadığı ortadaydı. İç güdülerim bana bakışlarımın her değdiğinde, tehlike çanları çaldıran adamdan şüphelenmem gerektiğini söylüyordu. Bakışlarımızın buluştuğu nadir anlarda, yüzündeki çarpık gülümsemeyle çırpınışlarımı izliyordu. Alnından gözüne, oradan da çenesine kadar uzanan yara izi bulunduğum konumdan görünmüyordu ama bu dudaklarını süsleyen izin gülümserken buruştuğunu anımsamama engel değildi.

"Bülent" dedi büyükbabam, adamın bakışlarını benden çekmesine neden olarak. Adamın çarpık gülüşü yok olurken, ifadesiz yüzünü büyük babama çevirdi. Bana bakan yandan bakışlarından farklı olarak, tüm yüzünü bizden tarafa dönmüştü. "Artık asıl meseleye gelelim diyorum." dedi, Ferah'a bıkkın bir bakış atarak. Gereksiz muhalefetinden o da benim kadar sıkılmış olmalıydı. "Elbette." dedi, keyfi kaçan adam. Gösterinin bitmiş olmasından hoşnut değildi anlaşılan.

"Son hamlemizdeki başarısızlığın ardından; bulanık çetelerini çökertmek için daha kalabalık, daha deneyimli bir grupla çalışmaya karar verdik." dedi, fütursuzca. "Konsey bulanıkların izini sürmeye devam etme kararı aldı. İlk gruptan farklı olarak ne yaptığını bilen kişilerden oluşan bir ordu toplanıyor." Dokundurduğu iğnenin ucunu bize doğrulttuğunu, göz ucuyla tepkimi süzmese bile anlayabilirdim. Buradaki açık hedef bendim. Talimatları takip etmeyip, yem olarak atılan bulanığın peşine düşmüştüm. Sonunda tuzağa düştüğümüzdeyse hem benim hem de diğer parçamın canını tehlikeye atmıştın. Emirleri takip etmekte başarısız olduğum oldukça açıktı.

RUH OKUYUCULAR -3-Where stories live. Discover now