Bölüm 30

816 74 0
                                    

SKYLAR

Arabanın, her viraja girdiğinde savrulması ne kadar hızlı gittiğinin bir işaretiydi. Lastiklerden acı acı sesler geldiğini hayal meyal duydum. Kendi kalbimin atışı ve kayışını koparmış düşüncelerimi yola sokmaktan başka bir şeye dikkat edecek halde değildim. Titreyen ellerimi yumruk haline getirdim ve "Daha hızlı" diye mırıldandım daha hızlı gidemeyeceğimizi bile bile. Kızıl Kanyon'un ünlü virajları engel oluyordu buna. Hızını alamayan arabanın takla atması bir işimize yaramazdı. Saat sabahın dördü olduğu için yollarda kimse yoktu. 

Kucağımdaki ellerime düşen damlayı farkedene kadar ağladığımı anlamamıştım bile. Elimi kaldırdım ve gözyaşlarımı sert bir hareketle sildim. Ağlamanın manası yoktu, Maria iyiydi. Yüz yıllık yaşamı boyunca bir an bile pes etmemiş bir kadındı o. Hiç tanımadığı bir kızı yetiştirecek kadar büyük olan kalbi, onu hayata karşı dirençli tutacak kadar da sertti aynı zamanda. Üstelik ona bir şey olsa Rose bana haber verirdi. 

'Haber verirse ne olacaktı ki? Oraya asla zamanında varamazdın' Diyerek zehir kusan düşüncelerimi susturdum ve camdan dışarı baktım. Blake elini uzattı ve elimi elinin içine alarak güven verircesine sıktı. Elimi çevirdim ve parmaklarımı, parmaklarına sararak, bana vermeye çalıştığı güven hissini minnetle kabul ettim. Beni sakinleştirmeye yetmesede hiç yoktan iyiydi.

Tanıdık toprak yolu ve arabanın yavaşladığını görünce Blake'in elini bıraktım ve arabanın durmasını beklemeden aşağı atlayıp var gücümle koşmaya başladım. Yüzüme vuran serinlik hala ağladığımı gösteriyordu. Gözyaşlarımı bir kez daha sildim ve tanıdık tümseklerin üstünden atlayarak evime doğru daha hızlı koşmaya başladım. 

Dumanın isli kokusunu aldığım anda yavaşlasamda eski hızıma çarçabuk ulaştım. Vampir kanının verdiği güç, saniyeler içerisinde oraya varmamı sağlamıştı. Evimin kapkara bir harabeden farksız olduğunu görünce durdum ve beynimin idrak etmeyi reddettiği şeyi algılamaya çalıştım. Eski ihtişamının silik bir hayali gibi orada dikilmekte olan kömürleşmiş, temelleri hariç yerle bir olmuş bina benim evim olamazdı. Olamazdı işte!

Yangının yayıldığı kuru otlar ve çalılar hariç tüm alevler sönmüş ve arkasında kararmış otlarla,  bunu bırakmıştı. Maria'nın kurtulup, bir yere saklanmış olabileceğini düşünene kadar orada bomboş bir kabuk gibi dikildim. Ufak ama iç rahatlatıcı olan bu umuda sımsıkı tutundum ve Blake'in, omzumdaki elinden kurtulup evime koşmaya başladım tekrar.

Evimin kömürleşmiş, tahtadan kirişlerini ve içten içe yanmaya devam eden, kararmış mobilyalarını görecek kadar yakınına geldiğimde durdum. Maria nerede olabilirdi? Lanet olsun, her yerde olabilirdi. Bana haber vermesini beklemeye kalbim dayanmazdı.

Varendanın dibinde soluk, puslu bir ışık gördüm. Onun Rose olduğunu anladığımda yanına gitmek ve Maria'yı sormak için yürümeye başladım. Rose ağlıyor muydu? İki büklüm halinde oturuyor olması ve elleriyle küçük yüzünü kapatmış olması bunu gösteriyordu. Her daim soğuk, kendini beğenmiş ve bir taş kadar duygu sahibi olan Rose neden ağlıyordu ki? 

Durdum ve farkında olmadan tüm duygularımı açtım. O anda üstüme hücum eden duyguların şaşkınlığıyla sersemledim ve evin etrafında bir fırtına bulutu misali dönen hayaletleri gördüm. Bütün duyularıma hakim olan yas hissi dizlerimin üstüne çökmeme ve hıçkırıklara boğulmama sebep oldu. Maria ölmüştü... Maria benim yüzümden ölmüştü.

Ayağa kalkıp eve doğru koştuğumu, Blake'in beni tutmaya çalışması sayesinde farkedebildim. Mantığımın üstünü bir bulut gibi kaplayan suçluluk duygusu, pişmanlık ve tarifsiz bir acı yüzünden tekrar dizlerimin üstüne çöktüm. Hayatta en değer verdiğim, bana koşulsuz bir sevgi besleyen tek kişi, annem olarak gördüğüm kişi gitmişti. 

Beyaz ÖlümWhere stories live. Discover now