Korkuları Aşmak

Začít od začátku
                                    

Zamanın görünmez ipleriyle bağlıydık birbirimize. Atlas ve ben, henüz birbirimizden habersizken bile yaklaşmaktaydı adımlarımız birbirine. Henüz çocukken aynı yerlerde farklı zamanlarda, az mı bulunmuştuk hiç bilmeden?

On beş yaşındaki Atlas, yan yana yürüdüğü babamın anlattıklarını dinlerken yana eğdiği başıyla, ciddi yüzüyle, gözlerinde hayranlık dolu bir ifadeyle babama bakıyordu. On yaşındaki İpek, babasının elinden tutarak seke seke yürüdüğü bir doğa gezisinde yanında dev bir silüet gibi duran babasına hayranlıkla bakıyordu.

Babamın Atlas'ın başarısıyla ne kadar gurur duyacağını düşünüyordum. Tunç'un evinde izlediğim videoda gördüğüm babam yanındaki gencin başarısıyla sonuna kadar gurur duyardı. Ve benim için o video aslında orada son buluyordu. Ne bugün ne de ileride dahasını izlemeyi kaldırabileceğimi sanmıyordum. Peki ya duymayı?

Aklımı kemiren sorgular içerisinde yanıp tutuşurken düşüncelerim hiç gitmemesi gereken uçlara ulaşıyordu. Elimde değildi, düşünmeye engel olamıyordum. Belki de diyordum, vakti zamanında Timur'a aşık olan Sude'nin oğlu Timur'un kızına hiç aşık olmamalıydı.

Ve elbette Timur'un kızı da Kenan'ın oğluna hiç aşık olmamalıydı.

Sevmeselerdi birbirlerini, hem de ömürlerini adayacak kadar sevmeselerdi belki herkesin gidebilecek başka bir yolu olurdu ve yaklaşmakta olanı daha az hasarla atlatabilirlerdi.


*******************


Kapının zili çaldı.

Ocaktaki yemeğin altını kapattım. Portmantodaki aynada görüntüme baktım. Kapüşonlü yeşil bir sweatshirt altına siyah tayt giymiştim. Dalgalı saçlarım yüzümün iki yanına dökülüyordu. Atlas havalimanına gelmemi değil onu evimizde karşılamamı istemişti. Farketmeksizin kendimi ona hazırladığım derin bir nefes alarak Everest'in zirvesinden dönen kocamı karşılamak üzere kapıyı açtım. 

Tam karşımdaydı. Yüzünde iki aylık sakalı, öne dökülen gür kumral saçları, yeşil, kahve ve kızılların dans ettiği gözleriyle...ciddi, suratsız suratında beni büyüleyen bakışlarıyla... o muhteşem gözler sıcacık bakıyordu. Soğuk bir kış günü sığınılan sıcacık bir ev gibi. Karlar altında insanın içini ısıtan bir kupa dolusu sıcak çikolata gibi. Sarılıp sarmalanılan konforlu bir battaniye gibi... sıcacık... Özlemiyle yoğrulan kalbim bakışlarının etkisiyle öyle bir kanatlandı, öyle bir büyüdü ki içimde, ne kontrol edebildim ne de söz geçirebildim. Karşısında ilk anda tutuldum kaldım. Ve bu hep böyle oldu diye düşündüm, gitmeye çabaladığım her defasında beni varlığına daha da bağımlı kılan varlığım. En büyük korkularım ve en büyük mutluluklarım. Bu hep böyle oldu, hep de böyle olacak ve ben senden asla gidemeyeceğim.

Kalbim patlarcasına bir hızla çarparken heyecanımı hisseden sevgilimin yüzünde en karanlık geceyi bile aydınlatacak kadar geniş bir gülümseme belirdi, o anda çözülerek kollarına atıldım. Yüzümü boynunun kuytusuna gömdüm, tenine olan hasretimin ateşini körükleyen bir öpücükle birlikte kokusunu ciğerlerime doldurdum. Nasıl özlemekti bu ama nasıl özlemekti? Kollarının arasında, yüzüm, gözüm, saçlarım ve gözyaşlarım Atlas'a bulanmış bir haldeyken içim sımsıcaktı. Eriyordum...bana hissettirdikleri yüzünden eriyordu içim. Benim dağıldığım gibi o da dağılmıştı beni kollarına aldığında. Daha kapının eşiğini geçememişken birbirimize geçmiştik. Şöyle hafifçe bir geri çekildi beni uzaklaştırmadan, yüzüme bakmak istemişti. Saçma sapan bir duygusallıkla baştan aşağı ürpererek ağlıyordum tabi ki.

"Bebeğim." dedi masumane bir tavırla gözlerini gözlerime kenetlerken kafasını yana eğdi. Kalbim kanatlarını büktü o an. Gülünce kısılan gözleri ne güzeldi. "Ağlamasana ben geldim." dedi.

POBEDAKde žijí příběhy. Začni objevovat