"İstemediğine emin misin?" diye sordu.

"Koy madem bana da." dedim. Çünkü yansındı bu gezegen. Kimin umrundaydı?

"Saat de daha erken. Yemek yedin mi diye sormadım. Bir şeyler ayarlayabilirim istersen."

"Tunç." dedim daha fazla tahammül edemeyerek. "Misafircilik oynamayalım. Ne konuşacaksak konuşalım. Sonra gidilecek bir evim var benim."

Tek kaşını kaldırarak güldü.

"Ne acelemiz var yeni geldin daha?"

Şimdi uzanıp önünde duran şişeyi almam ve beynini patlatmam kaç saniye sürer diye geçirdim aklımdan. Fazla sürmezdi. Fakat muhtemelen benden daha hızlı davranacağı için elimden kurtulurdu. Belki birkaç kadeh viski koşulları değiştirebilirdi. Belki ben içmesem, avantaj lehime dönerdi. Ama şimdi bunu hesaplamıyordum, çünkü burada olmaya tahammül edebilmem için alkol almak benim de yararımaydı.

Tek dikişte kadehi yarıladım. Yakıcı sıvı boğazımdan aşağı indiği an kusmak istedim. Tadı iğrenç değildi çünkü iğrenç kelimesi tarif etmeye yetersiz kalıyordu.

"İpleri elinde tutmaya bayılıyorsun, değil mi?" dedim sigaramdan bir nefes daha çekerek. Önce zihnim ardından gözlerimin gördüğü herşey dumanlar altında kaldı ve bu hislerimi birebir yansıtan bir durumdu.

"Cevabı biliyorsun zaten." dedi.

"Neden çağırdın beni buraya?"

"Ortağız ya biz. Konuşmamız gereken şeyler var takdir edersin ki."

"Atlas'ın eve dönmesine çok az kala çağırdığına göre odak noktası Kenan değil Atlas olsa gerek."

"Bak böyle zeki cümleler kurduğun zaman bayılıyorum işte." dedi sırıtarak. Kadehini kadehime tokuşturdu. "Ortaklığımıza."

"Böyle ortaklık olmaz olsun." deyip kadehimde kalanı bitirdim.

"Ya İpek sen, hayatımda gördüğüm en çelişkilerle dolu kızsın biliyor muydun? Muammadan ötesin benim için. Bilimadamları gelsin senin beynini incelesin." diye söylendi keyifli bir tavırla. Oysa keyif adına bir şey hissetmediğine emindim.

"Ne saçmalıyorsun Allah aşkına?"

"Aylarca bir hayalin peşinden koştun. Hayatını değiştirecek kararlar aldın. Değme cesurum diyenin atamayacağı riskli adımlar attın. Hayır imreniyorum da sana, bir kez olsun karşı karşıya gelmemene rağmen Kenan'ın burnunun dibine kadar sızdın. Ben yapamadım bunu bak ben düpedüz yanında duruyorum onun. Hala bugünü bile bir arada geçirdik, bana oğlunu ne kadar özlediğini anlattı..."

İçim sızladı apansız. Atlas'ı ben de çok özlemiştim ama sebebi bu değildi. Başka bir şey vardı. Tunç'a dairdi muhtemelen. Öz babası olan adama karşı ne kadar nefret duysa da, rolü gereği onun yanında olmak zorunda oluşunun yarattığı isyandı belki sebebi. Bu benim isyanım değildi. Tunç'la empati yapmak istemiyordum. Hayır, içimde ona dair herhangi bir his yaşatmak istemiyordum. Kesilip atılacak kangrenli bir bölge gibiydik birbirimizin içinde. Bir süre daha aynı gövdeyi paylaşacak ardından çekip gidecektik.

"Ben Kenan'ın sırtını sıvazlıyorum, senin böyle bir zorunluluğun yok. Hedefine giden yolda olabilecek en konforlu konuma sahipsin. Yine de mızmızlanıyorsun. Yüzdün yüzdün kuyruğuna geldin. Artık başka cümleler kurman lazım."

Bana eşlik eder hızda içtiği için onun kadehi de boşalmıştı. İçkilerimizi yeniledi.

Dürüst konuşmak her zaman değilse de bu gece benim işimdi.

POBEDAWhere stories live. Discover now