Hava Ayazlı Komutanım

14 1 0
                                    

Güneşin kızıllığı ağır ağır sigara dumanı gibi dağılan sislerin arkasından kendini gösteriyordu. Üç gündür aralıksız devam eden yağmur nihayet dinmiş, poyraz dağıtırken yağmur bulutlarını, günlerdir yağan yağmurun arkasına saklanan heybetli dağlar ve onun muhteşem güzelliği âdeta bir tabloyu andırıyordu. Hiçbir ressamın çizemeyeceği bir tablo, hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği bir güzellik. Sıra sıra uzanan dağların zirvesinden eteklerine doğru inen bembeyaz kar, bu güzelliğe ayrı bir güzellik katıyordu.

Güneş her ne kadar kendini gösterse de bu yüksek zirvede kendisini hissettiren dondurucu ayazdan başkası değildi. Atmış kadar askerin işgal ettiği bu tepe, tam on altı saattir kahraman vatan evlatlarına ev sahipliği yapıyordu. Etrafı çepeçevre emniyete alınmış, silahlar araziye göre yerleştirilerek kamufle edilmiş, vatan hainlerine karşı her türlü önlemin alınmış olduğu bu tepede hiç kimse daha ne kadar kalınacağını bilmiyor, herkes susmuş, birilerinin konuşarak bu sessizliği bozmasını bekliyordu. Bu sessizliği de ancak bölük komutanı bozabilirdi. Bölük komutanına en yakın mevzide bulunan Dede Yusuf da herkes gibi kulağını bölük komutanına dikmiş, ondan gelecek emirleri bekliyordu. Bölük komutanı sanki askerin içinden geçenleri okumuş gibi bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Üç gündür aralıksız yağan yağmurun altında ıslanan askerleri kilometrelerce yol yürümüş, iki defa da çatışmaya girmişti. Bu esnada altı terörist etkisiz hâle getirilmiş, iki Mehmetçik de yaralanmıştı. Yaralı teröristin verdiği ifadede grubun kaçış istikameti öğrenilmiş, bölük komutanına da takip emri verilmişti. Bulunduğu mevziden ayağa kalkarak askerini kontrol etmek isteyen bölük komutanı Yüzbaşı Sadık, kalkar kalkmaz sağındaki ilk mevzide bulunan makineli tüfekçi Dede Yusuf'la göz göze geldi.

Dede Yusuf, askerlerin içinde yaşça en büyük olanıydı. Bütün askerler ona daima hürmet eder, bilgisine ve olgunluğuna saygı duyarlardı. Yaşça büyük olması yüzünden, askerler ona "Dede" lakabı takmışlardı. Yusuf da zamanla lakabına alışmış, kendisine ismiyle hitap edenlere: "Ne Yusuf'u, Dede diyeceksiniz oğlum." diye karşılık vermeye başlamıştı. Orta boylu, kahverengi gözlü, siyah saçlı, yirmi beş yaşında olan bu Mehmetçik, aynı zamanda çok iyi bir savaşçıydı. Vatan topraklarının eşinden ve doğacak çocuğundan kat kat üstün olduğunu daima yineler, yorgunluktan ve uykusuzluktan şikâyet eden askerlere sürekli kızardı. Askerler, onun bu yapısından dolayı yanında hâllerinden şikâyetçi olmaya korkar olmuşlardı. Dede Yusuf'un vatanseverliğini bölük komutanı Yüzbaşı Sadık da iyi bilirdi. Hele bir gün önceki çatışmada yaralı arkadaşı için yapmış olduğu kahramanlık, Dede Yusuf'un vatan ve millet sevgisinin ne kadar yüce olduğunu gösteriyordu. Yüzbaşı Sadık, Dede Yusuf'un soğuktan titrediğini anlamıştı. Kendisinin de onlardan farkı yoktu ama içinin sızladığını hissetti. Yusuf'a takılmadan edemezdi, onun verdiği cevaplar kendisini daima memnun ettiği için ona sürekli bir şeyler sorardı. Yine öyle yapmalıyım diye düşündü, cebinden çıkardığı kuru bezle ıslanmış silahını silerken Dede Yusuf'a:

— Hayırdır Dede Yusuf, üşür gibi bir hâlin var.

Dede Yusuf ne söyleyeceğini bilemedi, üşümek çok basit bir kelimeydi bu dağın zirvesinde. Titremesini belli etmemeye çalışarak konuştu:

— Hava biraz ayazlı komutanım.

Elleri uyuşmuştu soğuktan ama sıcacık bir yüreği vardı. Bu askerin bakışlarındaki sıcaklık, Yüzbaşı Sadık'ın bile içini ısıttı. Yusuf devam etti:

— Üşümek önemli değil komutanım. Siz tasalanmayın, bize bir şey olmaz. Yüreğimizdeki ateş, üzerimizin yaşını kurutmaya yeter evvelallah.

Yüzbaşı Sadık'ın üşüyen elleri de ısınmıştı bu cevapla. Dede Yusuf yine sıcacık bir cevap vermiş, bölük komutanını sorduğu soruya pişman etmemişti. Dede Yusuf, elini ıslak cebine götürerek ambalajı ıslaklıktan iyice hamurlaşmış bir paket çıkardı. Tane tane seçerek hamurlaşan kâğıtlardan şekerleri ayıkladı ve bölük komutanına uzattı:

— Şeker ister misiniz komutanım?

Bölük komutanı, yerinden doğrularak Dede Yusuf'un uzattığı şekerden bir tane aldı. Elini Dede Yusuf'un omzuna koydu, sevgiyle baktı bu hırçın askerin gözlerine:

— Ee Yusuf, çocuk ne zaman?

— Kısmetse ilkbaharda komutanım.

— Haydi hayırlısı bakalım, baba olmak güzel şey. Şöyle bir kucağına aldığın zaman, böylesine tatlı bir varlığın hayatına girdiğini görmek, tadına doyulmaz bir mutluluk inan bana.

Kucaklamak! Dede Yusuf için gerçekleşmesi imkânsız bir şey gibiydi. İçinin sızladığını hissetti bir an, o günleri görebilecek miydi acaba? Derin bir iç çekişten sonra konuşabildi:

— Kısmet komutanım.

Yüzbaşı Sadık, Dede Yusuf'un iç çekişinden gönlünden geçenleri anlamıştı sanki. Ne kadar sert olursa olsun, bir asker söz konusu memleketi olunca bir tuz gibi eriyordu. Zaten kendisi de kaç gündür çocuklarını ve eşini düşünmekten kendisini alabiliyor muydu? Bir an kendisini çok güçsüz hissetti. Dede Yusuf'a moral vermek için ne söyleyeceğini düşünürken habercisi Sinoplu Mevlâna'nın o incecik sesi imdada yetişti.

— Komutanım!

— Hayırdır Mevlâna, bir şey mi var?

— Tabur komutanımız telsizle size çağrı yapıyor.

— Peki geliyorum, sen telsizin başına git.

— Emredersiniz komutanım.

Haberci giderken Yüzbaşı Sadık Yusuf'a dönerek:

— Yusuf şu aşağı yamaçları iyi kontrol et, söylediğim kritik bölgeler içinde makineli tüfeğin hazır olsun.

Yusuf bölük komutanına sert, bir o kadar da tatlı bir edayla:

— Biz daima hazırız komutanım.

Bölük komutanı Dede Yusuf'un hata yapabileceğine asla ihtimal vermediği için istediği cevabı almıştı, gülümsedi ve telsizin bulunduğu mevziye doğru dikkatli bir şekilde yürümeye başladı.

Kan Kokan TopraklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin