jeongguk telaşlı bir şekilde, "duymadık, hyung. çok mu koştun?" diyince taehyung elini küçüğün saçlarına daldırıp karıştırdı. sonra da gülümseyerek, "pek sayılmaz, ggukie." dedi.

küçüğü kendi kolunun altına çekip jaehyun'la aralarına girdi. "gidelim mi?"

üçü birlikte sessizce yürümeye devam ettiklerinde aralarından ayrılan ilk kişi jaehyun olmuştu. ilk onun evinin önüne geldiklerinde jaehyun ve jeongguk kısa bir sarılmayla vedalaşıp birbirlerine el salladıklarında taehyung'un bakışları bir yırtıcı gibi geziniyordu üzerlerinde. sonunda ayrıldıklarında taehyung tekrar küçüğün omzuna sardı kollarını ve yol boyunca sessizce yürümeyi sürdürdüler.

ikisinin de sessizliği sonunda bozmasına sebep olan şey, birden şiddetle bastıran yağmurdu.

"şemsiyen var mı ggukie?"

"yok, hyung." diyen çocuğun endişeyle kendine bakışına yenilmeden küçük ellerini kendi avuçları arasına aldı ve onu ardında çekiştirerek koşmaya başladı. "hızlı ol!"

bir süre elleri kenetli halde koşarlarken çok fazla ıslandıkları için kenarda durmayı düşünseler de taehyung'un evi yakınlarda olduğu için jeongguk'un kendi evine gitmesine izin vermeyip onu kendiyle birlikte eve çekiştirdi.

"çocuklar sırılsıklam olmuşsunuz!" diye sızlanan bayan kim omuzlarındaki ıslak çantaları alıp kenara koyuyordu. "çabuk olun, hastalanmadan değiştirin üstünüzü."

birkaç saniyede donlarına kadar ıslanan ikili koşarak taehyung'un üst kattaki odasına çıktılar. ev, dışarıya göre daha sıcak olsa da, odaya girdikleri gibi üstündeki ıslak kıyafetlerle titredi küçük olan.

"çok mu üşüdün, jeongguk?" diye soran taehyung dolabındaki kıyafet arayışının arasında küçüğü izliyordu.

"e-evet, biraz." diye cevapladı onu jeongguk. çok üşümesinin bir sonucu olarak çenesi titremeye başlamıştı ve kollarını birbirine sarıp olduğundan da minik görünecek kadar büzüşmüştü.

taehyung elindeki tişörtü yatağa koyup titreyen bir tavşana benzeyen küçüğe ilerledi ve elleriyle onun tişörtüne tutundu. "bunu çıkaralım."

jeongguk gözlerini kocaman açıp ellerini hyungunun elleri üzerine koyup iteklemeye çalıştı. "b-ben çıkarırım h-hyung."

küçüğün ellerinden kurtulup tişörtü hafifçe sıyırmayı başaran taehyung kaşlarını çatmıştı. "bıraksana, yardım edeyim işte."

"h-hyung."

küçüğü dinlemeden tişörtü kafasından sıyırıp bir kenara atmıştı bile. jeongguk ise üstündeki kıyafetin çıkışıyla kollarını iyice etrafına sarıp üstünü örtmeye çalıştı.

"benden mi utanıyorsun ggukie?"

küçüğün kendine sardığı kollarını çekip göğsünü açıkta bırakırken yaramazca sırıtıyordu. "benden utanmana gerek yok," dedi elleriyle köprücük kemiklerine tüy kadar hafif dokunuşlar bırakırken. "nasıl olsa devamlı birlikte banyo yaptığımız zamanlar bile oldu. ben senin en yakın arkadaşınım."

en yakın arkadaş.

jeongguk birden neden bu kadar sinirlenmişti bilmiyordu. yüzündeki ateşin sebebi az önceki temasın utanç verişinden miydi, yoksa içini kasıp kavuran öfkeden miydi, emin olamıyordu. büyüğünün kollarından kurtulmak için geri çekilip yatağa bıraktığı kuru kıyafetleri aldı ve banyoya adımladı. tek kelime etmemiş olmasının yanında, çatılı kaşları çoktan taehyung'un dikkatini çekmişti bile.

"jeong- hey! jeongguk nereye?" diyişiyle banyonun kapısının sertçe yüzüne kapanışı bir olmuştu. küçükten alamadığı yanıt ve verdiği tuhaf tepki kafasını karıştırırken kendi kıyafetlerini değiştirmek aklından çıkmış gibiydi.

birkaç dakika daha odasının ortasında dikildikten sonra jeongguk'un içeri girişiyle tüm dikkati onda toplandı, her zaman olduğu gibi.

"o tavır da neydi öyle?"

jeongguk büyüğünün sorusuna hiç aldırmayıp soğuk bir ses tonuyla, "üstünü değiştir, hyung. hasta olacaksın." diyip onun yatağına kuruldu. huysuz bir suratla kendi yatağına yatıp onun yastığını kucakladıktan sonra sarılan küçüğü gören taehyung kafasını iki yana sallayıp gülümsedi ve hiç utanması yokmuş gibi diğerinin gözü önünde soyundu. tişört ve pantolondan sonra son parça olan iç çamaşırına geldiğinde jeongguk'un kafasını yastığına gömdüğünü görünce kahkahalara boğulsa da küçüğün "gülme de giyin, terbiyesiz!" diye bağırışıyla onu daha fazla delirtmemek için kendini tutup sessizce üstünü değiştirdi.

tişörtünü kafasında geçirirken jeongguk, "giyindin mi?" diye sordu. kafası hala yastığa gömülü olduğu için sesi boğuk çıkmıştı.

"evet, artık kendini boğmayı bırakabilirsin."

"yalancı." dedikten sonra kafasını tamamen kaldırmadan yastığın kenarından gözünü çıkartıp bakmaya çalıştı. "kesin giyinmedin, yalan söylüyorsun."

taehyung küçük tavşan dişlinin bu tepkilerini acayip sevimli bulurken son kıyafet parçasını da üstüne geçirmesinin ardından yatakta yanına sokulup onu kolları arasına çekti. "ne zaman yalan söylediğimi gördün minik tavşanım? hm?"

göğsüne çektiği jeongguk mızmızlanıp kafasını çekmeye çalıştı. taehyung ona izin vermediğindeyse göğsüne dişlerini geçirdi. ancak ikisinin de olduğu yerde donup kalmasını sağlayan şey, büyük olanın dudakları arasından kaçan tuhaf sızlanmaydı.

"h-hyung b-ben... acıttım mı?"

jeongguk geri çekilmeye çalıştığında taehyung bu kez ona izin verdi. "hyung özür d-dilerim! ama sen de- sen de beni sinirlendirmeseydin!"

"acıtmadın jeongguk, sorun yok."

"ama acımış gibi ses çıkard-"

"acımadı dedim ya, jeongguk."

"hyung-"

"jeongguk!"

taehyung kaşlarını çattığında jeongguk da yanaklarını şişirip dudaklarını büzmüştü. "of! iyi tamam."

"şimdi rahat dur da, az seveyim seni."

taehyung haylazca gülümseyip küçüğü tekrar kollarına çekmeye çalıştığında, her ikisi de bunun küçük çaplı bir savaş çağrısı olduğunu biliyordu. çünkü taehyung'un sevme anlayışı oldukça kapsamlıydı.

ikisini önce bir boğuşmanın içine sokup en sonunda birbirlerine sarılarak ve kokularını birbilerine karıştırarak uykuya dalmalarına sebep olacak türden bir savaş çağrısıydı elbette.

ay bu fice hep bölüm yazasım var ve yazmak istediğim biiir sürü olay var

sizin de istekleriniz varsa bu pasaja bırakabilirsiniz güzellerim

My Little PlaymateHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin