9

1.2K 191 10
                                    

Nancy

Bir kaç saatlik uyku bana adeta bir kaç günlük gelmiş gibiydi ve tüm vücudum gevşemiş ve kıvama gelmişti. Şu an enerji yüklüydüm ve açıkçası daha pozitif sayılırdım. Bir kaç günlük huysuzluğum pekala yorgunluktan ve uykusuzluktan olabilirdi. Ama bu durumda da kendimi haksız bulmuyordum, çünkü bir çok kişi üstüme gelmişti ve benden tüm olanları bir an da alışmamı ve kabullenme mi bekliyorlardı. Eğer onlar biraz anlayışlı olsalardı, bende elimden geldiğince ılımlı olabilirdim. 

Düşünceler denizinden ayrıldım ve yatağımdan doğrulup, etrafa baktım. Hava kararmıştı ve içeri pencereden giren ay ışığının parıltıları dolduruyordu. Ayaklarım yere bastığında, topuklarım ilk ağrısa da, sonra buna alıştılar ve bana uyum sağladılar. Kıyafet odasına yürürken, herkesin nerede olabileceğini düşünmeden edemedim. Burada Aldora dışında kimseyi tanımıyordum ve onu da neredeyse hiç görmüyordum. 

Kıyafet odasına girdiğim de, raflara şöyle bir göz gezdirdim ve ne giyebileceğimi düşündüm. Pantolon giymekten sıkılmıştım ve farklı şeyler denemek istiyordum. Elbiselerin durduğu askılara yöneldim ve elimi kumaşların üstünde gezdirdim. Yumuşak kumaştan renk renk ve farklı çeşitlerden onlarca vardı. Gözüm limon sarısı bir elbiseye kaydı ve onu askılıktan alıp, üstüme tuttum. Dizlerimin biraz üstünde biten elbisenin kolları yarasa koluydu ve yakasında parıltılı işlemeler bulunuyordu. Etek kısmı belden genişleyerek iniyordu ve bu da elbiseyi uçuş uçuş gösteriyordu. Üstümdekileri çıkardım ve kendimi şöyle bir kokladıktan sonra, bir duş almam gerektiğini anladım. Koşarak banyoya girdim ve oyalanmadan hızlıca bir duş aldıktan sonra, vücudumu havluyla kurulayıp, elbiseyi heyecanla üstüme geçirdim ve ayna da kendime bakınca, elbiseye bir ilanı aşk yaptım. 

Kıyafet odasından çıktığım da, ayaklarıma uygun bir ayakkabı aradım ama görünürde bir şey yoktu. Tekrar kıyafet odasına yöneldim ve etrafı iyice kolaçan ettikten sonra, sürgülü kapıyı açtım ve çeşit çeşit ayakkabılar görüş açıma girdi. Bir çift beyaz sporu aldım ve ayağıma geçirdim. Saçlarımı açtım ve ellerimle taradıktan sonra, dış kapıya yöneldim. Kapıyı açar açmaz, iki muhafız hemen karşımda bittiler ve bu benim korku ile bir kaç adım gerileme mi sağladı.

''Prenses, bir şeye mi ihtiyacınız vardı?'' Dedi muhafızlardan daha iri yapılı olan.

''Yemekhane var mı burada?'' Dedim mahcup bir sesle ve muhafızın yüzünde anlayışlı bir tebessüm oluştu.

''Size eşlik edeyim prenses, beni takip edin.'' Dedikten sonra, o önde ben ise arka da yürümeye başladık. Geldiğim yoldan tekrar yürürken, etrafı inceleme fırsatım oldu. Işıklar her yeri aydınlatmasına karşın, duvar da yanan meşaleler vardı ve bu ortama daha mistik bir hava katıyordu. Merdivenlerden inerken, farklı ebatlar da ve çeşitte heykelleri inceledim. Duvara asılı olan tablolara baktım ve onları çözmeye çalıştım ama bu imkansızdı. Hiç biri tanıdık gelmiyordu.

''Prenses.'' Yoğun ve boğuk bir ses, arkamdan bana seslendi. Durdum ve arkamı döndüm, onu gördüğüm de aptal kalbim haddinden fazla atmaya başladı. Bakışları sıcaktı ve elektrik yüklüydü. Beni baştan aşağı incelerken, kulaklarıma kadar yandığımı hissettim. Bakışları tekrar benimkilerle buluşunca, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu.

''Ben de size bakmaya geliyordum, görüyorum ki iyisiniz.'' Dedi ve bana doğru yavaş adımlarla yürüdü. Arkamda ki muhafıza bir işaret verdi ve adam anında ortadan kayboldu. 

''Dilerim muhafızı ayartıp, kaçmaya çalışmıyordunuz.'' Sözleri içimi hiddetle doldurdu ama bunu görmezden geldim ve bir iç çektim.

''Aklında kaçmak olan bir tek ben değilim, görüyorum ki.'' Dediğim de, yüzünde sinsi bir tebessüm oluşmuştu.

The Marihosa/ h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin