Miras

1K 158 366
                                    

"Yürüyemiyorum, ayakkabılarım yirmi kilo oldu. "

"Abartma Aslı! Bana yaslanıyorsun üstelik. "

"Hı öyle mi beyefendi! İstemiyorsan bırakabilirim
yani. "

"Aman aman! En son bıraktım da gördüm ne olduğunu. Beş dakikada sır oldun. "

"Yahu Gökkurt vallahi ne olduğunu hatırlamıyorum! "

"Öyle olsun bakalım, şurdan bir kurtulalım alacağım ifadeni. "

Uzaktan birisi onların halini görse bir yandan acırken bir yandan da kahkahalarla gülerdi. Aslı vantuz gibi Gökkurt'un koluna yapışmış, zavallı Gökkurt Aslı'nın tutunduğu sol omzu aşağı eğilmiş, adım atarken sol ayağı ağırlıktan daha fazla çamura batıyordu. Yeni yeni dinmeye başlayan yağmur üstlerinden geçmiş ikisi de lağım farelerine dönmüştü. Ayakları çamurdan çıktığında ikişer kilo çamuru da beraberinde kaldırıyordu. Her adımları ağır çekim film yavaşlığında kalkıyor, iniyordu.

Arada sırada denk gelen çıplak ağaçlara tutunarak ayaklarındaki çamuru sıyırıyorlar, sonra kaldıkları yerden işkence yürüyüşe devam ediyorlardı.

Aslı'nın saçları sarı rengini kaybetmiş acayip bir renge bürünmüştü. Kimi yerleri kahverengiye çalıyor, yer yer sarı teller göze çarpsa da kirli kahve hakimiyet kurmuştu.

Bedenine yapışan kıyafetleri çamurla özdeşleşmiş, hangi renk olduğu anlaşılmaz olmuştu. Öyle pespaye olmuştu ki hapishane kaçkını olduğu düşünülebilirdi.
Tabii Gökkurt'un da ondan aşağı kalır yanı yoktu.

Bir zamanlar mavi olan kotu baldırlardan itibaren çamura bulanmış kahverengi bile denilemeyecek bir renge bürünmüştü. Üstündeki gömleği sırtına sıçrayan çamurlardan nasibini almış arkası başka renk önü başka renk olmuştu.

Darma dumandı ikisi de. Bu hallerine bakmadan konuşmayı başarıyor olmaları da üstüne tuz biber oluyordu.

"Daha çok var mı? Yürüyemez oldum. "

"Ordan bakınca biliyor gibi mi duruyorum Aslı? Ne bileyim ben. Şu lanet ormandan bir çıkalım başka şey istemem. "

"Offff Gökkurt offfff! Ağlayacağım he. "

"Az bile sana! Ağla. Gider misin başını alıp, al işte. "

"Yahu Gökkurt vallahi.. "

"Ya tamam sus! Anladık, hatırlamıyorsun. "

Aslı dudaklarını büzdü, başını önüne eğip çamur deryasına odaklandı. Daha ne kadar sürecekti bu işkence?
Gökkurt inanmış gibi durmuyordu. Oysa doğruyu söylemişti. Beyninin hafıza kısmı bir bölümünü tozlu odalara kitlemiş, ona göstermiyordu. Sürekli neler olduğunu düşünürken zihnine düşen anlamını bilmediği bir kaç kelime oluyordu. Çıldırması işten bile değilken bir de Gökkurt'a hesap vermek, çığlık çığlığa bağırarak kaçma isteğiyle dolmasına neden oluyordu.

Bu fırtına beynini yakmıştı. Evet evet tüm bunların nedeni fırtınaydı. Kendince bir suçlu bulmaya çalışırken aslında en masumu suçlu ilan etmişti. Fırtına Karahi'yi yıkmak için kuduruyor, yıkıp geçiyordu. Doğa çığlık çığlığa haykırıyor insanları uyarıyordu.

"Karahi burda ! Lanetli ruh hüküm sürmeye geliyor. "

Kimseye sesini duyuramadıkça daha çok sinirleniyor, daha çok gürlüyor. Alfa gelse duyacak sesini, anlayacak derdini, Alfa sessizliğini koruyor. Karahi gücünü arttırıyor. Doğa bunları görürken sessiz kalmasını beklemek ahmaklık değil de nedir?

Karşılarında yanmış ve bir kısmı çökmüş Hayri'nin evi belirdiğinde ikisi de yürümeyi bırakıp boğazları düğüm düğüm evi  izlediler. Gökkurt'un gözlerinde hâlâ dedesinin ışıltılı yüzü vardı. Kapıyı açısı, sarılışı, bir daha ya görürüm ya görmem deyişi ve söylediği son cümleler.

Kayıp Ruhlar OrmanıKde žijí příběhy. Začni objevovat