Büyükannem dehşet içinde kalmıştı. Neyse ki olayın aslını bilmiyor diye geçirdim içimden. Çünkü muhtemelen yaşlı kalbi buna dayanmazdı. Acwell ise onun aksine, gamsız halinden ödün vermiyordu ve bence onun tavrı çok daha ürkütücüydü. Sakince ayağa kalktı. "Çok yazık olmuş Alexandra, üzüldüm. Umarım bundan kendine bir ders çıkarabilmişsindir. Nede olsa sen, burnunun dikine gitmek nedir çok iyi bilirsin. Hoşçakal Agatha, tekrar geçmiş olsun." Kalbimi kıran sözlerini sunduktan sonra, hiç duraksamadan devam etti ve tahta zemini gıcırdatarak evden ayrıldı. Hemen ardından ayağa fırladım. Benim anlattıklarımın tümü hayal ürünü olabilirdi, yinede vermiş olduğu tepkiyle asla tatmin olmamıştım. Ne yani, onun için değerim bu muydu? Sorgulamalıydım.

Hızlı adımlarla dışarı çıkıp onu kolundan yakaladım. Yüzünü bana dönmesi için onu kendime çekmemle vücutlarımız sertçe çarpıştı. Birbirimize olan yakınlığın sebep olduğu anlık sersemleyişten sonra, ondan uzaklaşıp konuştum. "Neyin var senin? Ne bu dünya yansa umurumda değil havaları. Beni duymadın mı? Az daha ölüyordum!" İsyanımı ifadesiz gözlerle, kılını bile kıpırdatmadan dinledi. Evet, belki olayı biraz fazla dramatize etmiştim. Buna rağmen, hala tek bir kelime dahi etmiyor olması sinirlerimi hoplatıyor, beni daha da gaza getiriyordu. Birde arkasını dönüp yürümeye başlayınca hepten çıldırdım.

Koşarak önüne geçtim ve onu sertçe ittim. Tabi ki bu darbe, onun koca bedenini yalnızca bir kaç adım geri attı o kadar. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bana bu şekilde davranmasına hiç alışkın değildim. "Sen çok alçak bir adamsın Acwell." Bakışlarını bir saniyeliğine başka tarafa çevirip nefesini verdi. Muhtemelen, yalıtımı iyi olmayan evimizin sesleri içeri taşımaması için, beni kolumdan tutup biraz sert bir şekilde oradan uzaklaştırdı. Mesafeyi yeterli bulduğu yere geldiğimizde de beni önüne savurup konuşmaya başladı. "Bak küçük haydut. Bu yalanları ancak büyükannen yutar, ben değil. Anladın mı? Bu yüzden beni aptal yerine koymaya çalışma. Zaten palavra atmayı dahi beceremiyorsun. Üç tane soysuz herif, seni tanrının unuttuğu yerde gecenin bir vakti tek başına bulup da, yalnızca dövmekle mi yetinecek? Hadi ama... Sana tavsiyem, kurgunun üzerinde çalışıp tekrar gel. Belki o zaman sana inanırım."

Şok olmuştum. Aynı zamanda da rezil. Bu hikayeyi yememişti ve muhtemelen bir sonrakini de yemeyecekti. Ona gerçekleri anlatana dek bana inanmayacağına adım gibi emindim. Öfkem yerini utanca bırakmış, gözlerimde ki kızarıklıklar da yanaklarıma inmişti. Ben tam, daha kötü ne olabilir ki diye düşünürken, bay çok bilmiş ikinci bombayı da patlattı. "Ha bu arada. Artık Cliff hakkında da yardımıma ihtiyacın yok belli ki. Siz zaten gayet iyi anlaşıyor gibisiniz. En kısa zamanda Boris'e de söylerim, onunla evlenmeye karar verdiğini. Gidip kraliçeye söylesin fikrini değiştirdiğini." "Bir dakika. Ne?! Sen delirdin mi? Ben fikrimi falan değiştirmedim. Planda hiç bir değişiklik yok. Kimseyle evlenmiyorum, nokta." Beni ciddiye almadığını belli etmek için alayla güldü. "Ac ben çok ciddiyim. Hatta bugün..." Duraksadım. Düşünmeden başladığım cümlenin sonunu getirip getirmeme konusunda kararsız kalmıştım. "Ne? Hatta bugün ne? Konuşsana!" Rahat tavrımdan eser kalmamıştı ama yinede ona söyleyecektim. Çünkü derinlerde bir yerlerde ona karşı suçlu hissediyordum. En azından bu konuda içini rahatlatmalıyım diye düşündüm. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğumu içten içe sorgulamama rağmen... "Söyledim işte. Daha doğrusu o sordu. Zaten berbat görünüyordu, bende daha fazla acı çeksin istemedim. En azından belirsizlik yüzünden. Benim ağzımdan da duymuş oldu onu sevmediğimi. Bu evliliğin asla gerçekleşmeyeceğini artık tam olarak anlamıştır sanırım."

Acwell, beklenmedik bir şekilde düşüncelere dalmış görünüyordu. Bir süre sonra aniden bana odaklanıp; "Alexandra, insanlar Kör Koy'a intihar etmek için gidiyorlar, biliyorsun değil mi?" Dedi. Beynim bir anda, çift nala koşan bir atın hızında çalışmaya başladı. Taşlar şimdi yerli yerindeydi. Cliff oraya, kendi canına kıymak için gelmişti. Perişan olmuş halinin de bu düşüncemi desteklediğini fark ettiğimde mahvolmuştum. Benim yüzümden ölmek istiyordu ve bugün belkide bu isteğine en çok yaklaştığı andı. Tek engel, tesadüfen benimle orada karşılaşmasıydı. "Acwell, saraya git. Gözümüzü Cliff'ten ayırmamalıyız. Eğer kendine bir şey yaparsa felaket olur. Boris'i de beni de onun katili sayarlar." Acwell söylediklerim üzerine aceleyle geri dönüp atını aldı ve yanıma geldi. "Şimdi gidiyorum ama bu son yaşananları bana tüm çıplaklığıyla anlatmak zorunda olduğunu aklından çıkarma." Sözlerini tamamladıktan sonra dizginleri savurup, artık batmakta olan güneşin kızıllığında kayboldu.

Ertesi gün olayın harareti biraz daha sönmüştü haliyle. Ben ise, gerçekleri bilmenin ve bizzat yaşamış olmanın yükünü hala omuzlarımda taşıyordum. Daha, uzun bir sürede taşıyacağıma emindim. İç dünyamda her şey benim üzerime oynuyor gibiydi. Terriah'la yaşadıklarımın hiç bir mantıklı tarafı yoktu sanki. Bazı bilinmezler gün yüzüne çıkmış gibi dursa da, hala derinlerde, kıvranmama neden olan soru işaretleri varlığını koruyordu. Terriah'ı kendi gözlerimle görmüştüm, ona dokunmuştum ama hala onun kim olduğunu bilmiyordum. Ve tüm bunları neden yaptığını... Her şeye rağmen, sıradan duruşumu kaybetmemeliyim diye düşündüm. Yaşananlar olağanmış ve yalnızca benim anlattığım kadarıymış gibi davranmaya devam etmeliydim. İşlerin daha da sarpa sarıp, içinden çıkılmaz bir hale gelmesini istemiyorsam, rol kesmeyi en inandırıcı şekliyle sürdürmeliydim.

***

"Bana doğruyu söyle Alex. Oraya neden gittin?" Her şey olup bittiğinden beri saraya ilk gelişimdi. Fiziksel olarak çok daha iyiydim ama zihnim hala ruhsal çöküntümün içinde çırpınıyordu. Ve bu çırpınıştan bir haber olan Acwell, beni fırsatını bulduğu her yerde sorguya çekiyordu. Şimdide karşıma geçmiş, benimde tıpkı Cliff gibi Kör Koy'a intihar için gidip gitmediğim gibi saçma bir düşüncenin gerçeğini öğrenmeye çalışıyordu. "Bak Acwell, sana bir kez daha hayır demeyeceğim, çünkü artık çok sıkıldım. Lütfen bu yersiz endişeni bir kenara bırak. Benim henüz ölmek gibi bir niyetim yok, tamam mı?" "Öyleyse anlatsana! O gün ne olduğunu anlat. Dürüstçe." Derin bir iç çektim. "Beni gerçekten seviyor musun?" Onun kısa duraksaması, bende bir açıklama yapma gereksinimi doğurmuştu. "Yani... Dostun olarak. Beni seviyorsun değil mi." "Evet, elbette. Soru mu bu?" "Peki bana güveniyor musun?" Gözlerini havaya dikip, parmağını yanağına yerleştirerek düşünüyormuş gibi yaptı. Bacağına bir tekme geçirip; "Acwell!" Diye cırladım. "Ah! Peki tamam. Cevabımın psikolojik baskı ve fiziksel şiddet altında verilmiş olmasını istemezdim ama... Evet sana güveniyorum." Sinsi sırıtışına karşılık, gözlerimi devirip devam ettim. "Öyleyse bana zaman tanı lütfen. Haklısın, son günlerde sana karşı çokta dürüst değildim ama inan bana bunları telafi edeceğim. Sadece... Sadece şuan doğru zaman değil." Sakin bir ses tonuyla konuştu. "Ya doğru zaman gelene kadar seni kaybedersem." Bunu hiç beklemiyordum. Söylediği şey yüreğimde, derinde bir yerlerde, keskin bir sızıya neden olmuştu sanki. O aslında bu güne kadar, pekte güvenli olmayan sularda yüzdüğümün farkındaydı. Benim için endişelenmesi ve değişen tavırları da bu yüzdendi ama bana bu farkındalığını ilk kez hissettiriyordu. Ona olan derin hayranlığım ve sevgimin bir kat daha arttığını hissettim. Öte yandan kalbimde hissettiğim ağrı ise, onun bu sevgisini gerçekten hak ediyor muyum düşüncesinden kaynaklanıyordu.

Sarayda ki kışlanın bahçesinde, toprak zemine karşılıklı olarak oturmuş, Acwell'in son cümlesinden sonra üzerimize çöken sessizliği ilk kimin bozacağını bekliyorduk. Ben hem içimde alevlenen yoğun hislere, hemde bu can sıkıcı sessizliğe daha fazla dayanamayacağımı anladığım anda, yavaşça oturduğum yerden kalkıp Acwell'in yanına gittim. O benim ne yapacağımı çözmeye çalışırken, ben sakince yanına oturup ona iyice sokuldum. Omzuna başımı yaslayıp, koluna da sıkıca sarıldım. O ise başını hafifçe çevirmiş, beni izliyordu. Şimdi her şeyim tamam gibi hissediyordum ve hikayemin tamda burada, böylece bitmesini istiyordum.

"Ben senin gibi bir arkadaşa sahip olduğum için çok ama çok şanslıyım Acwell. Sen ne olursa olsun benim yanımda ol yeter... Nereden biliyorsun diye sormayacağım. Çünkü senin beni ne kadar iyi tanıdığını çok iyi biliyorum. Benim için endişelenme olur mu? Sana şuan söylemek istediğim tek şey bu. Benim yüzümden tasalanma. Söz veriyorum iyi olacağım ve her şeyi atlatacağım. Tamam mı?" Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Mavi gözlerini boşluğa dikmiş, sessizce dinliyordu. Ona baktığımı hissedince, başını hafifçe sallayıp beni onayladı. "Ama çok uzun sürmesin..."

KAYIP PRENSESWhere stories live. Discover now